Mehmet Emir Aksoy yazdı...

İsrail Süveyş’i Bitirecek

Ortadoğu’nun geleceğini anlamak için topların sesine değil, ticaretin hangi limana aktığına bakmak gerekir. Mısır’ın elindeki tek gerçek stratejik kart olan Süveyş Kanalı, uzun yıllar boyunca dünyanın geçmek zorunda olduğu bir boğaz olarak algılandı. Dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 12’si ve Avrupa’nın enerji akışının büyük bölümü buradan geçer. Ancak bu güç, Mısır’ın siyasi kabiliyetine değil alışkanlığa dayanır. 2021’de Ever Given gemisinin kanalda karaya oturması dünyayı altı gün boyunca durdurdu; navlun fiyatları patladı, sigorta primleri yükseldi ve tedarik zincirleri çöktü. Bu olayın gösterdiği şey Mısır’ın ne kadar güçlü olduğu değil, Süveyş’in aslında ne kadar kırılgan bir damar olduğudur. Arap yönetimleri bu kırılganlığı yıllardır kavrayamadı; kanalın stratejik kapasitesini geliştirmek yerine onu basit bir gelir kalemine dönüştürdüler.

İsrail tam bu noktada devreye giriyor. Ben Gurion Planı, Süveyş’i iyileştirmek veya genişletmek için değil, Süveyş’i devre dışı bırakmak için tasarlanmış bir jeoekonomik projedir. Körfez’den gelen yüklerin Eilat limanında karaya indirilip Negev üzerinden demiryolu ve boru hatlarıyla Akdeniz’e taşınması ve oradan Avrupa’ya aktarılması, ticaretin kalbini Mısır’dan çekip İsrail’in liman sisteminin içine yerleştirir. Bu model, tek boğaza bağlı bir dünyanın yerine çok merkezli ve güvenli bir lojistik ağ kurar. Süveyş’in “zorunlu geçiş” statüsü kaybolur; onun yerine Ümit Burnu’ndan Atlantik’e, oradan Akdeniz’e ve İsrail limanlarına uzanan yeni bir ana damar doğar. Ticaretin refleksi basittir: riskten kaçar, güvene yönelir. İsrail de lojistik güvenliği bir mühendislik konusu gibi ele alır; Mısır ise hâlâ törenler ve geçiş sayılarıyla övünür.

Bu dönüşümü hızlandıran en kritik faktör Kızıldeniz’deki Husi saldırılarıdır. Bu saldırılar çoğu zaman İran vekâleti üzerinden anlatılsa da asıl etkisi lojistik psikolojidedir. Bir geminin vurulması değil, “bu rota güvensizdir” algısının oluşması bile sigorta maliyetlerini artırır, navlun fiyatlarını yükseltir ve şirketlerin rota tercihlerini değiştirir. Küresel ticaret askeri hedeflerden çok belirsizlikten kaçar. Husi saldırıları Bab el-Mandeb hattını riskli bir alan haline getirirken, İsrail’in kara–deniz hibrit altyapısını daha cazip gösterir. Süveyş böylece pahalı, riskli ve kırılgan bir seçenek haline gelir; Eilat–Akdeniz hattı ise hesaplanabilir, güvenli ve disiplinli bir alternatif olarak öne çıkar.

Türkiye’de neredeyse hiç konuşulmayan bir gerçek daha vardır. İsrail, 1960–1980 döneminde Ben Gurion Kanalı’nın açılması için Negev’de kontrollü nükleer patlama senaryolarını teknik düzeyde değerlendirmiştir. (Küçük bir not: Aynı dönemde ABD’de “Plowshare” programı, nükleer mühendisliğin altyapı projelerinde kullanımını inceleyen benzer bir yaklaşımı tartışıyordu.) Bu fikir uygulanmamış olabilir; ancak bu ihtimalin masaya yatırılmış olması bile tek başına bir gerçeği gösterir: İsrail coğrafyayı verili bir sınır olarak görmez, gerektiğinde onu yeniden şekillendirilecek bir alan olarak ele alır. Mısır 150 yıldır sahip olduğu kanalı olduğu gibi tutarken, İsrail alternatifin mühendisliğini yaptı.

Ben Gurion Planı devreye girerse Mısır yalnızca ekonomik kayıp yaşamaz; stratejik kimliğini kaybeder. Süveyş “tek geçiş” olmaktan çıkar ve “isteğe bağlı, ikincil seçenek” haline gelir. Ticaretin merkezi Eilat–Akdeniz hattına kayar ve İsrail bölgesel bir devlet olmaktan çıkarak lojistik ve enerji koridorunu yöneten ana aktör haline gelir. Bu bir askeri fetih değildir; liman, boru hattı, sigorta primi ve lojistik matematiğiyle işleyen çok daha kalıcı bir üstünlüktür. Ekonomik güç diplomatik etkinliğe dönüşür; diplomasi ise bölgesel güvenlik mimarisini yeniden kurar. Savaş alanı değil, navlun tablosu ve liman kapasitesi oyun kurucu olur.

Ve bunu açıkça söylemek gerekir: İsrail bu projeyi gerçekleştirecektir. Bu bir tahmin ya da duygusal iddia değil, İsrail’in mühendislik kültürünü, stratejik sabrını ve politik karar alma biçimini bilen herkesin ulaştığı rasyonel sonuçtur. İsrail’de siyasetçiler çoğunlukla askeri kökenlidir; altyapıyı güvenliğin parçası olarak görürler ve projeleri başlatmak için değil bitirmek için planlarlar. Süveyş kırılgan, Kızıldeniz belirsiz ve dünya ticareti riskten kaçıcı oldukça Ben Gurion Planı yalnızca bir seçenek değil zamanlama meselesidir.

Bu noktada Türkiye için mesele şudur: Bu projeyi sadece “İsrail’in bölgesel hamlesi” olarak görmek, Doğu Akdeniz’in geleceğini yanlış okumaktır. Süveyş’in değer kaybetmesi, Akdeniz limanlarının yük dağılımının değişmesi ve Körfez–Avrupa ticaretinin yön değiştirmesi Ankara’nın enerji, lojistik ve diplomasi eksenlerini doğrudan etkileyecektir. Doğu Akdeniz’in geleceğinin liman ve boru hatlarının kesiştiği yerlerde yazıldığı açıktır. İsrail bu projeyi tamamladığında bölgedeki kartlar yeniden dağıtılacak ve Türkiye, sahaya yalnızca bakan değil, sahayı tasarlayan bir aktör olarak pozisyon almak zorunda kalacaktır.