Shenzhen’de geliştirildiği söylenen ileri düzey çip üretim makinesinin prototipi bu yüzden sıradan bir laboratuvar haberi değildir. Bu gelişme, Washington’un uzun yıllardır ördüğü teknolojik kuşatmanın ilk kez ciddi biçimde sorgulanması anlamına geliyor. ABD, Çin’i askeri bir çatışmayla değil, teknolojiye erişimini keserek sınırlandırmayı tercih etti. Yarı iletkenler bu stratejinin merkezine yerleştirildi. Çünkü modern savaşın, yapay zekânın ve küresel rekabetin kalbi artık bu küçük ama hayati parçalarda atıyor.

Şi Cinping yönetimi bu gerçeği ideolojik bir refleksle değil, soğukkanlı bir devlet aklıyla okudu. Çin açısından mesele ekonomik büyüme değil, siyasal bağımsızlıktı. Teknolojide başkasına bağımlı olan bir ülkenin dış politikada özgür hareket edemeyeceği açıkça görüldü. Bu nedenle yarı iletken meselesi bir sanayi planı olmaktan çıkarıldı ve doğrudan devletin stratejik varoluş alanına taşındı. Akademi, özel sektör ve güvenlik bürokrasisi aynı hedefe kilitlendi. Sessiz, kapalı ve uzun vadeli bir seferberlik başladı.

Shenzhen’de ortaya çıkan prototipin önemi, bugün Amerikan sistemleriyle birebir rekabet edip edememesinde değil. Asıl mesele, Çin’in artık “bunu yapamayız” noktasında olmamasıdır. Kendi yolunu açmaya çalışıyor ve bu yol, ABD’nin mutlak üstünlük iddiasını ilk kez bu kadar somut biçimde zorluyor. Bu, küresel güç dengeleri açısından küçük bir teknik ilerlemeden çok daha fazlasıdır.

Çip teknolojisindeki her sıçrama askeri alana da doğrudan yansır. Daha hızlı karar veren sistemler, daha otonom silahlar ve daha derin bir istihbarat kapasitesi, modern gücün yeni tanımıdır. Bu nedenle Washington’un bu gelişmeye kayıtsız kalması beklenemez. Daha sert yaptırımlar, daha agresif diplomatik baskılar ve Tayvan dosyasının yeniden ön plana çıkması şaşırtıcı olmayacaktır. ABD için bu mesele artık bir rekabet değil, küresel liderliğini koruma mücadelesidir.

Bugün ortada kesinleşmiş bir zafer yok. Çin henüz bu alanda oyunu kazanmış değil. Ancak çok daha önemli bir eşik aşılmış durumda. Çin bu yola girdi ve geri dönmeye niyeti yok. Manhattan Projesi benzetmesi tam da bu noktada anlam kazanıyor. O proje de ilk günden sonuç vermedi ama sonunda dünyanın güç dengelerini kökten değiştirdi.

Belki de yıllar sonra bu dönem, büyük krizler ya da savaşlarla değil; laboratuvarlarda atılan sessiz adımlarla hatırlanacak. Ve tarih, 21. yüzyılın en belirleyici hamlelerinden birinin burada başladığını yazacak.