Necid’ten Ankara’ya
Durun!
Sevgilinin hatırasına ağlayayım.
İmru'l Kays
Sizi bir şairle tanıştırayım, Şiirleri Kâbe’nin duvarlarına asılan, edebiyat tarihinin en büyük şairi; İmru'l Kays.
Şiirlerine “Durun” diye başlayan şairi ve onun, Necid çöllerinde başlayıp Ankara’da biten efsanevi hayatından bahsedelim. Asıl adı Muleyka ya da Hunduç olan şair’in 497-545 yılları arasında Arabistan’ın orta bölgelerinde doğduğu sanılıyor.
Efendim kral adammış İmru'l Kays, serseri kral da derlermiş zatı şahanelerine. Kinde Kabilesi’nin Kralı Hucr'un oğlu ve taht-ı varisi imiş, fakat baba mesleğinden hiç haz etmez, vaktini sevdiği kıza şiir yazarak çarçur edermiş. Büyüyüp delikanlı olunca babası onun doğru yola meyletmesini ümit etse de hiç de öyle olmamış. Alıp oğlunu karşısına “Koskoca kralın oğlu çiçeğe böceğe, kenarın dilberlerine şiirler yazıyor dedirtmem arkadaş” dese de İmru'l Kays’ı yolundan çevirememiş. Kral son çare “Ya adam olursun ya da bu eve gelme” deyip saraydan kovmuş İmru'l Kays’ı “Sarayında senin olsun savaşlarında” deyip terk etmiş baba ocağını.
Lakin Kral bir türlü hazmedemiyormuş oğlunun bu serseri hayatını, el âlem ne der, diye hayıflanırmış. Baba oğul arasında geçen bu tatsız hadiseden sonra bohem ortamlarına akmış İmru'l Kays, çok sevdiği işi yapmış, şiir yazmış hiç durmadan.
Burnu sürtülsün diye çocuğunu okuldan alıp kaportacıya yollayan babanın, çocuğun kaportacılığı çok sevmesiyle yaşadığı şaşkınlık misali ortada kala kalmış kral. Bunu yedirememiş kendine ve kölesi Rebia'yı İmru'l Kays’ı öldürmesi için yollamış peşi sıra; “Bana gözlerinini getir” demiş. Fakat Rebia kıyamamış genç şaire, onun yerine bir geyiği öldürüp gözlerini krala sunmuş, öldürdüm diye.
Durun!
Benim şifam gözyaşı dökmek,
Fakat silinip giden izlere ağlamak neye yarar?
Özgürlüğüne kavuşan İmru'l Kays çöllere kaçar ve kendisi gibi serseri bir grubunun başına geçerek günlerini iyş u nuş ederek, şiir yazarak geçirmeye başlar.
Durun!
Sevglinin aşkı için ölmem,
onu böyle şımarttı, değil mi?
İmru'l Kays yine bir gün fasıl meclisinde mestan iken, Esed kabilesinin ayaklanıp babasını öldürdüğü haberini alır. Hemencecik ayılarak tahtın başına geçip babasının katillerinden öç almaya karar verir. Eş dostun da yardımlarıyla kelimelerdeki ustalığını savaş meydanlarında da göstererek babasını öldüren kabileyi bozguna uğratır. İstemese de artık kraldır ve kral gibi davranması beklenir. Fakat İmru'l Kays, gençliğini baba mesleğini öğrenmek yerine bohem hayatı ile geçirdiğinden olsa gerek bu işte pek bir başarı gösteremez. “ Petrol!” ve “Mezhep” kavgaları denklemini bir türlü çözemeyen İmru'l Kays bölgede yalnız kalınca, bu işlerin öyle kolay olmadığını anlar ama iş işten geçmiştir. Tacı tahtı terk etmek zorunda kalan kahramanımız soluğu ta Bizans’ta alarak imparator Justinianos'a sığınır.
Justinianos iyi karşılar İmru'l Kays’ı, çay kahve ikram eder, ona yardımcı olacağınına söz verir ama huylu huyundan vazgeçermi çapkın şairimiz bu kez de imparatorun kızına asılır, süslü sözlerle kızı baştan çıkarır. Bunu duyan Justinianos çileden çıkar ama direk tepkisini koymaz, İmru'l Kays’a bir Bizans oyunu oynar. Yanına asker vererek; “Hele sen var git memleketine, savaşı kazan, ben vereceğim sana kızı” der fakat bu metin günümüze ulaşmamıştır.
Delikanlıyı bozar diye, imparatorun hediye olarak verdiği, usta terzilerin elinden çıkmış, güzel ışıltılı pelerini üzerine giymeden memleketin yolunu tutar İmru'l Kays. Fakat Arabistan çöllerinin sıcağına alışkın bedeni Anadolu soğuklarına dayanamaz. Tâki Ankara ayazını yiyince aklına gelir pelerin, üşümeyim bari diye giyer üstüne. Oysa soğuktan ölmeyeyim diye aldığı pelerin zehirlidir, büyük Arap Şairinin ölümüne neden olur.
kanlı hesapları vardır
kıyamete kadar sürecek
ölümlü şairlerin
kim bilir nerden bilecek
ne çığlıklar geçer daha dünyadan
attilâ ilhan gibi
Attilâ İlhan
(Cahiliye devrinin ünlü Arap şairi İmru’l Kays Ankara’da Hıdırlık Tepe’ye defnedildi.)