Bir dilin susmuş hali, bir dilin konuşan bir de konuşmayan tarafı. Bir dilin birbirine benzeyen ve benzemeyen halleri. Biz susarak veya konuşarak bir hayat telaşı içindeyiz. Nereye yetişiyoruz ve yetiştiğimiz şeyler hep aynı mı ya da farklı mı?
Biz bile birbirimiz ile iletişim kurmakta çoğu zaman zorlanırken. Sorunsuz ve kusursuz bir iletişim içinde olduğumuzun hayali çok güzel öyle değil mi? Kulağa da harika geliyor. Keşkeler olmasa. Hep düşündüğümüz ve istediğimiz gibi olsa. Ama yaşam öyle değil. Evet, çok güzelde yalnız buna erişene kadar epey yol ve yolculuk yapmak gerekecek. Sosyal medyanın içindeki videoları hele de kısa kısa kalp ağırıtan videolar ile baş başa kalmak, eminim hepimiz için zor bir durum. Dünyanın asla bir simülasyon olmadığını gayet iyi biliyoruz. Yalnız kendinden mesul yaşamayan olmak için çabalama haline yaklaşmak gerekiyor. “Önce insan”, “Önce insanlık”. Yanı başındakiler, konu komşu, evlatlar, sevdiklerimiz, ailemiz ve toplum hepimiz birbirimizden elbette mesulüz. Bu yüzyıl ne acayip sınavlar veriyor. Ya da nasıl sınavlara gebe kaldık, dünya insanlığı. Ne iletişim kurulan haller kalıyor, ne de çoğu zaman iletişimin içindeyiz iddeası ile yaşam kaldığı yerden devam ediyor.
Garip bir döngü lakin umutsuz değil. Umutsuzluk bizde yok. Her sabah güneş yeniden doğuyor mu tabiki. Ve güneşin doğuşu, tabiat anayı yeniden diriltiyor öyle deği mi, öyle tabi. Başlangıçlar ve insanın her gün kendine söyledikleri çok önemli. İnsan içindekileri sesli söylesin. İnsanın içi de dışı da bir olsun. Sadece bir birlik olsun. Birlik olsun. Bu mümkün. Bir yandan çocuklarımız, bir yandan kadınlarımız, bir yandan sokaktaki canlılarımız. Ne kadar çok bizi etkileyen gündemlerimiz var. Kalbimiz ne kadar konuşuyor. Kalbimiz de beynimiz de yoğun. Hayat zor derlerdi, kendi içinde her dönemin elbet bir zorluğu var, olacakta. Neyin tartışması canlılarla.
İyiye, doğruya ve güzele, güzel şeylere kullanalım diye dilimizi yeniden ele alacağız. İleriye ve gelişmeye ayırmak için zaman bulamadığını yine iddea eden insan sanıyorum bu yüzyılda çok acımasız hale geldi. İyiliği, iyi işleri, iyi nedenleri aramak mı lüks oldu? Yoksa şapkayı önümüze koymak mı zor? Çocuklarımız büyüyor. Çocuklarımız soruyor ve çocuklarımız düşünüyor. Bir çocuğun düşünün şu sorusu ne kadar kıymetli; “anne, baba insanlar neden kötülük yapar?” bunu açıklamak, bunu günümüzde anlatmak o kadar zor ki. Daha nice sorularla sanırım anne ve baba olanlar karşı karşıya. Değişmesi gereken şiddet dilini nasıl ortaklaşa yok edeceğiz? Eskiden büyüklerimiz derdi ki; “Evladım: Allah sizi, iyilerle karşılaştırsın”, “her gün bir iyilik yap” o gün için değil bu tüm zamanlar için geçerliymiş. İnsan zamanla onu anlıyor. Anlıyoruz. Kadim ve kıymetli bilgiler asla unutulmaz. Kadim ve kıymetli bilgiler muhafaza edilir ve nesillerden nesillere aktarılır. Dinlenen şarkılar da düğüm düğüm ediyor boğazı insanın, izlediği bir film de, okuduğu kendini bulduğu bir yazıda. Nasıl birbirimizin elini hakikat ile ‘önce insan’ ve ‘insan dinlenmeli’ diye tutacağız?
Hır gürle konuşmanın, iş yapmanın, yaşamanın doğru olmadığını ve gün geçtikçe güzel kelimeleri bazen kullandıkça nasıl çirkin hale getirdiğimizi ve bunların ağzımıza yakışmadığını da bize birileri nasıl ifade edecek? Herkes her şeyi biliyorsa onca psikologlarımız, sosyologlarımızın insanın bin bir türlü hali için desteğine hiç mi ihtiyacımız yok? Kendini tanımakta zorlanan insanı, insan bile tanıyor mu acaba? Biri birine şiddet uygularken orada olup küfürü çekip yaymak, argodan uzaklaşmamak, bazı videoların hepimizin ruh sağlığını etkileyecek görüntü ve içeriklerin özellikle paylaşılması ne zamandan beri insanlığa, insanın ruh yapısına yaradı. Olabilir mi böyle şeyler? Aklımız almıyor değil mi? Bunlar normal değilken normalleşmek. Gerçekten defalarca düşünmeye ihtiyaç var. Biz şimdi merhametten bahsetmeyeceksek ne zaman bahsedeceğiz. Biz ne zaman vicdan kelimesini yeniden hatırlayacağız, ya da biz ne zaman ağzımızdan çıkan söylemler ile kalbimizle bir hareket edeceğiz. Herkes kendinin kusursuz ve hatasız bir iletişim dili kullandığını elbet söyleyebilir, hatası ile büyür insan. Biz çocuklarımıza tüm doğanın içinde her şeyin bir sahibinin olduğunu, kimsenin kimseyi sadece kitaplarda olduğu gibi değil gerçekten de incitmediği saygı duyarak yaşayabildiğini öğretebileceğiz.
Kalp kırmanın doğru olmadığını bir insan hakkına girildiğini, dedikodunun kimseye fayda sağlamadığını, çalışmanın ve üretmenin gerçekten insanlığa faydalı olduğunu, sofraya gelen bereketli olan ürünün nice yollar ve emekle sofra ile buluştuğunu, söylenmiş ve kurulmuş tüm benzer cümlelerin yüzyıllar boyu devamlı iyilik adına söylenmekten vazgeçilmeyeceğini. Dilin susmuş hali A, B, C sizce hangisi?
İnsanlık bu yüzyılda bunun cevabını aramakla mı geçirecek zamanı? Kim bilir kim bilebilir…