Son yıllarda Türkiye’de siyaset dilinin evrimi, sadece kelimelerin şekliyle değil, aynı zamanda toplumsal algıyı etkileme biçimiyle de dikkat çekici bir hal almış durumda. Bugün, siyaset yalnızca kararlar ve politikalarla değil, aynı zamanda dil üzerinden şekilleniyor. Dil, toplumu etkileme ve yönlendirme gücüne sahip bir araç haline gelirken, bu güçlü aracın ne şekilde kullanıldığı, toplumun sosyal yapısını, huzurunu ve geleceğini doğrudan etkiliyor.
Ancak, siyasetin dil aracılığıyla kutuplaştırıcı bir hale gelmesi, toplumsal dengeyi sarsar ve derin izler bırakır. Dil, yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda bir güç kaynağıdır. Bir siyasetçi, kelimelerle değil, bu kelimeleri nasıl seçtiğiyle de iktidar yaratır. Bu nedenle, dilin nasıl kullanıldığı, toplumun ortak değerleri üzerinde bir hakimiyet kurma aracına dönüşebilir. Ancak, günümüzde siyaset dilinin, “biz ve onlar” ayrımını vurgulayan söylemlerle şekillendiğini görmekteyiz. Bu tür söylemler, toplumun farklı kesimleri arasında kalıcı bir ayrım yaratabilir ve sosyal huzuru tehdit eder.
Türkiye’deki güncel durumu değerlendirdiğimizde, siyasetin dili çok daha sert ve ayrıştırıcı bir hale gelmiş durumda. Bir yanda iktidar, diğer yanda muhalefet ve aralarındaki keskin sınırlar; "bizimkiler" ve "onlar" arasındaki kutuplaşmalar her geçen gün daha da derinleşiyor. Bu tür bir dil kullanımı yalnızca seçim dönemlerinde değil, sürekli olarak halkın zihinlerine kazınarak toplumsal huzuru tehdit ediyor. Toplumda yaşanan bu kalıcı kırılmalar, seçim sonuçlarını etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda toplumsal güveni de sarsıyor. İnsanlar arasındaki ilişkiler giderek daha da gergin hale geliyor ve bu durum, uzun vadede toplumun birliğini zayıflatıyor.
Özellikle son yıllarda, sosyal medyanın rolüyle bu kutuplaşma daha da pekişiyor. Siyasi söylemler, Twitter, Facebook ve diğer platformlarda hızla yayılıyor ve her kesimden insan, bu söylemlerin etkisi altında kalabiliyor. Bu ortamda, dilin manipülasyonu çok daha kolay hale geliyor. Zira, bu platformlar hızlı tepki verme kültürüne dayalı olduğundan, kutuplaştırıcı ve sert söylemler kolayca yayılarak toplumsal huzuru tehdit ediyor. Medyanın da bu söylemleri besleyici şekilde içerik üretmesi, toplumsal ayrımın daha da derinleşmesine sebep olabiliyor.
Ancak dil, yalnızca ayrıştırmak için değil, uzlaşmayı sağlamak ve toplumsal barışı inşa etmek için de kullanılabilir. Bu noktada, siyasetçilerin dilindeki “herkesi kucaklayacağız” gibi söylemler, somut adımlar atılmadıkça yalnızca birer retorikten ibaret kalmaktadır. Gerçek bir uzlaşma, kelimelerle değil, eylemlerle desteklenmeli ve dil hoşgörü ve empatiyle yoğrulmuş olmalıdır. Siyasi liderlerin, toplumun çeşitli kesimlerine hitap etmek, onları anlamak ve onlarla empati kurmak için doğru bir dil kullanması gerekir. Aksi takdirde, toplumsal kutuplaşma daha da derinleşir ve toplumsal barışa yönelik tehditler büyür.
Türkiye’nin mevcut siyasal yapısında, dilin manipülasyon aracı olarak kullanılması, yalnızca siyasetin değil, toplumun da geleceğini tehdit etmektedir. Kutuplaştırıcı söylemler, toplumu bölerken, birleştirici, yapıcı ve empatik bir dil kullanımı ise toplumsal güveni inşa edebilir. Dilin gücü, doğru kullanıldığında toplumsal barışı sağlama potansiyeline sahiptir. Bu noktada, siyasetin dilini şekillendiren liderlerin, toplumun geleceğini inşa etmek için sorumlu ve yapıcı bir dil kullanmaları kritik önem taşır.
Siyasi dilin evrimi, sadece siyasi partilerin ve liderlerin bir sorumluluğu değil, aynı zamanda tüm toplumu ilgilendiren bir meseledir. Bu, toplumun birbirini anlamaya yönelik bir çaba sarf etmesi gerektiği, dilin ve iletişimin her zaman hoşgörü, saygı ve ortak değerler üzerinden şekillendirilmesi gerektiği bir çağrıdır. Çünkü nihayetinde, toplumun dilini yönlendirenler, aynı zamanda toplumun geleceğini de şekillendirmiş olacaklardır.
Günümüzdeki sorunların çözülmesi ve toplumsal huzurun sağlanması için, sadece siyasetçilerin değil, her bireyin dili dikkatle kullanması gerektiği gerçeği daha da önemli hale gelmiştir. Hep birlikte daha yapıcı, daha hoşgörülü ve anlayışlı bir dil geliştirmek, toplumumuzun daha sağlıklı bir geleceğe adım atmasına olanak tanıyacaktır.
Selam ve Dua ile,
Zübeyt BOZKURT