Mümin, hayatın her aşamasında karşısındaki alternatifler arasında Allah rızasını en çok seçmek durumundadır. Allah rızasının en çok hangi alternatifte olduğunu tespit etmek için elinde olan en büyük kıstas vicdanıdır.

Müminleri diğer insanlardan ayıran farkların en önemlilerinden biri, müminlerin vicdanlarına, inkârcıların ise nefislerinin emrettiği kötülüklere tabi olmalarıdır. Dolayısıyla müminin doğal hali, vicdanı ile düşündüğü halidir.

Ama bu, nefsin müminin üzerinde etkisi olmadığı anlamına gelmez. Hz. Yusuf’un söylediğinin haber verdiği gibi, sizde olduğu gibi, gerçekten nefis, Rabbimin kendisini esirgediği dışında var gücüyle kötülüğü emredendir. [Yusuf Suresi, 53] Ve mümine de Allah’ın rızasına uygun olmayan alternatifleri emredecektir.

İşte mümin, nefsin bu oyunlarından vicdanı ile kurtulur. Müminin bir seçim durumunda genellikle ilk düşündüğü ve yöneldiği alternatif, Allah’ın rızasının en çok olduğu alternatiftir. Bunun ardından nefis devreye girerek diğer alternatifleri süslü göstermeye, bazı bahane tarzı açıklamalarla bu alternatifleri kendince meşru kılmaya çalışacaktır. Mümin, bu tevillere aldırış etmeden, vicdanının ona gösterdiği ilk ve kesin doğruyu uygulamalıdır.

Müminin hayatının tümü Allah’a adanmıştır. Allah için yaşar, Allah için çalışır ve Allah için sever.

Allah için sevmenin ne olduğu, İslam’ı gerçek anlamıyla tanımayan biri için ilk başta pek anlaşılmayabilir. Hayatı boyunca Allah’a yabancı olmuş, onu tanımamış bir insan, sevgisini Allah’a yöneltmeyi de bilmeyecektir.

Ama Allah’ı tanıyan ve O’nun, kendisi üzerindeki büyük rahmetini gören, Onun sayesinde var olduğunu, Allah’ın rahmeti sayesinde yaşadığını ve sevip hoşlandığı her şeyin Allah’tan geldiğini fark eden mümin, elbette Allah sevgisinin ve Allah için sevmenin üstünlüğüne ulaşır. Kur’an’da, müminler ile diğer insanlar arasında sevgi yönünde oluşan büyük farkı Allah şöyle bildirir:

“İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını eş ve ortak tutanlar vardır ki, Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür.” [Bakara Suresi, 165]

Ayette görüldüğü üzere, Allah’a ortak koşup, tümü Ona ait olan özellikleri kendi zihinlerinde başka varlıklara verenler, bu varlıkları Allah’ı severcesine sevmektedirler. Bu sevgi, Allah’a ortak koşma üzerine kurulu bir sevgidir.

Var olan her şeyin Allah’a ait olduğunu ve On’dan geldiğini bilen müminler ise en çok Allah’ı severler. Müminlerin, Allah’ı bir ve tek olarak tanımalarından doğan bu büyük fark, onların sevgi anlayışını diğer insanlardan tümüyle farklı kılar. Kur’an’da, ortak koşanların, Allah’ın bir ve tek olarak anılmasına dayanmadıklarını Rabbimiz şöyle bildirir:

“Sen Kur’an’da sadece Rabbini bir ve tek ilah olarak andığın zaman, nefretle kaçar vaziyette gerisin geriye giderler.” [İsra Suresi, 46]

Ancak şunu da belirtmeliyiz ki, ortak koşanlar, Allah’ın yanında kendi putları varken anılmasından rahatsız olmayabilirler. Örneğin, “Hem Müslümanız, hem de hayatımızı yaşarız” mantığını severek kabul ederler. Müminin farkına vardığı gerçek ise şudur:

Hiçbir şey kendine ait bir özelliğe sahip değildir. Bütün her şeyi yaratan Allah’tır ve onlara sahip oldukları özellikleri veren de O’dur. Bir insan, örneğin kendi yüzünü kendisi tasarlayıp meydana getirmediğine göre, o yüzdeki güzellik Allah’a ait bir güzelliktir.

Allah bu güzelliği, yoktan var ettiği insana geçici bir süre için vermiştir. Çünkü bu insan kısa sürede yaşlanacak, ölecektir.

Ahirette bu güzelliği yeniden ve daha da mükemmel bir biçimde yaratma gücüne de yalnızca Allah sahiptir.

Aynı insan gibi, sevilecek tüm varlıklar da Allah’ın yarattığı ve sevimli kıldığı canlılardır. Rabbimiz, güzelliğin gerçek sahibinin kendisi olduğunu hatırlatmak için, bu varlıkları ölüm ve kıyametle yok edecektir. Yeniden yaratılış ise ahirettedir.

Durum böyleyken mümin, karşılaştığı tüm güzellikleri, bunların Allah’a ait olduğunu ve aslının ahirette bulunduğunu bilerek sever. Dolayısıyla asıl sevgi, sevdiği her şeyi Ona veren ve onların gerçek sahibi olan Allah’a yöneliktir.

Müminin sahip olduğu ve Allah’a iman üzerine kurulu olan bu sevginin tam tersine, mümin olmayanlar sahiptir. Onların sevgisi, Allah’a ortak koşma temeli üzerine kuruludur. Allah, Kur’an’da Hz. İbrahim’in söylediğini haber verir:

“İbrahim dedi ki: Siz gerçekten Allah’ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi bağı olarak putları edindiniz. Sonra kıyamet günü kiminiz kiminiz inkâr edip tanımayacak ve kiminiz ikimize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiçbir yerde yardımcınız yoktur.” [Ankebut Suresi, 25]

Bediüzzaman Said Nursi de bu tür bir sevgiye sahip olanları güzel bir örnekle anlatır. Buna göre, bu kişiler elindeki aynalar yardımıyla güneşe bakan bir adama benzer. Elindeki ayna kırılıp da, güneşten yansıttığı ışık kesilince adam ışığı kaybetmenin korkusuyla kendisini yer bitirir. Ama akılsızlık yapmaktadır: Aynadaki ışık ayna ait değildir; o kırılınca ışık da yok olur. Işık güneşe aittir, aynalar onu yalnızca yansıtır.

Mümin de bütün sevgisini Allah’a yöneltecektir. Allah’ı sevmek, ise nasıl güneşe aynalara bakılıyorsa, Allah’ın sıfatlarının yansıdığı varlıkları, bu isimlerin Ona ait olduğunu bilerek sevmektir.

Dolayısıyla mümin, Allah’a olan sevgisini Allah’ın sıfatları üzerinde tecelli ettiren ve Allah’ın beğendiği ahlakıyla ahlaklanmış müminleri severek gösterecektir.

Selam ve dua ile,

Zübeyt BOZKURT