Bu topraklar, yüzyıllardır farklı halkların, farklı dillerin ve kültürlerin bir arada yaşadığı bir medeniyet beşiğidir. Türkler, Kürtler ve Araplar, bu coğrafyanın yalnızca tarihî taşıyıcıları değil; aynı zamanda geleceğini belirleyecek üç temel unsurdur. Aynı kıbleye yönelen, aynı ezanla güne başlayan, aynı şehitlik toprağında yan yana yatan bu halklar; geçmişte kaderlerini ortaklaştırmış, gelecekte de ortak bir yürüyüşe mecburdur. Ne var ki, hâlâ şu soru dillendirilmektedir: “Gerçek bir ittifak mümkün mü?”

Bu soruya samimi bir cevap vermek gerekir. Tarih defalarca gösterdi: Birlik olduğumuzda bereket geldi, ayrıştığımızda yıkım yaşandı. Ancak ittifak, kuru sloganlarla, yüzeysel nutuklarla kurulmaz. İttifakın temeli, adalet, eşitlik ve kardeşlik üzerine atılmalıdır. Kur’an-ı Kerim’in emri açıktır:
“Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanmayın.” (Âl-i İmrân, 103)
Bu ayet, bu halkların önüne net bir yol haritası koymaktadır: Samimiyetle Allah’ın ipine sarılmak, yani adaletin ve kardeşliğin etrafında birleşmek.

Gerçek barış, yalnızca silahların susması değildir. Susan silahlar, eğer yerini adaletsizliğe, kimlik inkârına ve güvensizliğe bırakıyorsa, barış değil, geçici bir sessizlik doğar. Oysa hakiki barış; halkların onurunu korumak, kimliklerini anayasal güvenceye almak, dillerine, kültürlerine ve hassasiyetlerine değer vermekle mümkündür. Cenab-ı Hak buyurur:
“Allah katında en üstün olanınız, takvaca en ileri olanınızdır.” (Hucurât, 13)
Türk olmak, Kürt olmak, Arap olmak bir üstünlük değil, Allah’ın insanlık için yarattığı bir çeşitliliktir. Esas üstünlük, takvaya ve adalete bağlı yaşamaktır.

Bugün Türk-Kürt-Arap ittifakı yalnızca bir siyasal tercih değil, tarihî ve ilahî bir sorumluluktur. Eğer bu halklar birbirinden koparılırsa, her biri tek tek zayıflatılır; ama adaletle birleşirlerse, bu coğrafya yeniden ümmetin umudu olur. Bunun için şu şartlar kaçınılmazdır:

l Her halk eşit vatandaşlık temelinde güvenceye sahip olmalı.

l Kimlikler ve diller anayasal koruma altına alınmalı.

l Kültürel miraslar ortak zenginlik olarak görülmeli.

l Ekonomik kalkınma, hiçbir halkı dışarıda bırakmadan kapsayıcı bir şekilde planlanmalı.

l Siyasetin dili yumuşamalı, halkın vicdanına hitap eden samimi bir üslup hâkim olmalı.

Bugün karşımızda iki yol vardır: Ya birbirimize sırt çevirerek başkalarının oyununa gelecek, parçalanıp güçsüzleşeceğiz; ya da adalet ve kardeşlik üzerine yükselen bir ittifakla yeniden dirileceğiz. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şu sözü hâlâ yolumuzu aydınlatıyor:
“Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap’a üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.”

Tarihimizde bu ittifakın meyvelerini de, yokluğunun acı sonuçlarını da defalarca yaşadık.

Malazgirt Zaferi (1071): Türklerin Anadolu’ya girişinde Kürt beyleri Selçuklu Sultanı Alparslan’ın yanında saf tuttu. Bu birlik, Bizans karşısında tarihi bir kapıyı araladı. Eğer Kürtlerle Türkler o gün yan yana olmasaydı, Anadolu’nun kapıları açılmayacaktı.

Haçlı Seferleri: Haçlı orduları Kudüs’ü işgal ettiğinde Araplar, Türkler ve Kürtler ortak bir direniş hattı oluşturdu. Selahaddin Eyyubi’nin önderliğinde bu topraklarda yeniden İslam’ın adalet bayrağı yükseldi. O büyük zafer, halkların omuz omuza vermesiyle mümkün oldu.

Osmanlı Asırları: Yüzyıllar boyunca Kürt aşiretleri ve Arap toplulukları Osmanlı ile birlikte yaşadı. Bu coğrafyada kardeşlik hukuku vardı, herkes kendi kültürünü yaşatırken devletin gölgesinde huzur buldu.

Ne zaman ki Batı’nın oyunlarına gelinip kardeşlik bağı gevşetildi, Osmanlı parçalandı. Araplar farklı devletlere bölündü, Kürtler sahipsiz bırakıldı, Türkler yalnızlaştırıldı. Sonuç ortada: Coğrafyamız kan, gözyaşı ve parçalanmışlık içinde bırakıldı.

“Şimdi asıl soru şu: Bu kez gerçekten samimi miyiz, yoksa günü kurtaran sloganlarla mı yetinecek, yoksa sadece seçim döneminde oy almak için mi birlik maskesi takacağız?”

Kısacası, Türk-Kürt-Arap ittifakı bir hayal değil; ama bu hayal, ancak samimiyetle, cesaretle ve adaletle gerçeğe dönüşebilir. Şimdi asıl soru şudur: Bu kez gerçekten samimi miyiz, yoksa günü kurtaran sloganlarla mı yetineceğiz?

Selam ve Dua İle

Zübeyt BOZKURT