İlk nesil davetlilerden bahsederken onlarla ilgili öncelikli dikkat çekilecek husus kulluklarıdır. Onların her hareketinde hatta her nefes alış verişlerinde bile kulluk endişesi bariz bir şekilde kendini gösterir. Bu neslin tüm hayat programı kulluk eksenlidir. Tüm tercihleri, bütün yönelişleri ve temel endişeleri Allah’a kul olma yolundadır.
Günlük hayatın meşgaleleri, davetin sarsıcı imtihanları asla onların bu kulluk bilincini gevşetmektedir. Onlar, Allah’a kul olarak özgürleştiler. Allah’a itaat ederek, kula kulluktan kurtuldular. Sadece Allah’ı razı etme peşinde koştular. Allah için sevindiler, Allah için üzüldüler. O’nun yolunda öfkelendiler O’nun için sakinleştiler.
Hayatlarını Allah’ın çizdiği sınırlarla yaşadılar. Tüm egemenlikleri reddettiler. Sadece Allah’a hesap verme derdinde oldular. Sadece Allah’ın kınamasından korktular. Yeryüzünde sadece Allah’a kulluk edilsin diye bedel ödediler. “Bu yolda kim malını verir, kim canını verir “ denilince “ önce ben “ demesini bildiler. Asla tereddüt etmediler.
Allah onlardan razı olsun. Kulluk imtihanını en güzel şekilde verdiler. Onların iddiaları asla lafta kalmadı. Bir ideolojiyi savunmadıkları için asla slogan adamı olmadılar. İş yapan adam oldular; işin edebiyatını yapan adam olmadılar. Onları dışardan görenler hayranlıklarını gizleyemediler. Bu muhteşem kulluk bilinci onların namazlarında başlayıp, bütün hayat programına sirayet etti. “Allah’u Ekber “ deyip namaza durunca, bütün dünyayı arkalarına atmasını başardılar.
Söz konusu kulluk olunca ashabın gözleri başka hiç bir şeyi göremedi. Kalpleri Allah’ın emrinde başkasına meyletmedi. Mesela Allah’a kulluk olunca, tüm dünyalık işler ikinci planda oldu.
Bir sahabe anlatıyor:
“Biz Usfan’da Resullah ile beraber bulunuyorduk. Müşriklerin başında Halid b. Velid olduğu halde bizi karşıladılar. Bizimle kıble arasına girdiler. Hz. Peygamber bize öğle namazını cemaatle kıldırdı. Müşrikler bunu görünce:
Onlar bu hal üzerinde iken onları aniden hücum etseydik! Onları gafil avlardık dediler. Sonra devamla, namaz onlar için her şeyden, hatta canlarından ve çocuklardan daha sevimlidir. Biraz sonra, bir namaz vakti daha gelecek ve namaza duracaklar. O zaman biz onlara baskın yaparız dediler.
Çünkü müşrikler, asabın namaza durduğunda dünyadan nasıl koptuklarını ve nasıl bir huşu ile ibadet ettiklerini görmüşlerdir. Onların namazdaki bu halleri müşrikleri cezb ediyor ve ancak bu halde müminlere saldırabileceklerini düşünüyorlardı.
Bunun üzerine daha ikindi olmadan Cebrail korkun namazına dair Nisa süresindeki ilahi talimatı gönderdi.
O halde sen, mü'minler arasında iken onlara namazda imamlık yapacaksan, yalnızca bir bölümünün silahlarını kuşanmış olarak, seninle namaza dursunlar ve silahlarını da yanlarına alsınlar, bunlar secdeye vardıklarında diğer kısım arkanızda beklesinler ve namazı kılmayan diğer gurup gelsin seninle birlikte namaz kılsınlar, tedbirli olsunlar, silahlarını yanlarından ayırmasınlar. Çünkü Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenler, sizin silahlarınızı ve teçhizatınızı unutup bırakmanızı isterler ki, ani bir baskınla üzerinize saldırabilsinler. Fakat yağmurdan dolayı sıkıntıya düşerseniz, yahut hasta iseniz, namaz kılarken silahlarınızı bırakmanızda bir mahzur yoktur, ama tehlikeye karşı daima hazırlıklı olun. Allah şüphesiz gerçekleri örtbas edenlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. Nisa Suresi 102
Onları bir kez görenler, onların Allah’a olan bağlılıklarının ve kulluklarının canlarından, mallarından ve hatta evlatlarından bile daha değerli olduğunu anladılar. Onların bu halleri düşmanlarına korku salan, tedirgin eden ve umutsuzluğa sevk eden bir silaha da dönüştü.
Yermük savaşında taraftalar karşı karşıya geldiğinde, Rumların başkumandanı Kubuklar, Arapça bilen bir kişiyi casus olarak ashabın arasına gönderdi. Giden kişi dönünce Kubuklar ona: “Onlar nasıl buldun”? Diye sordu. Kısa bir süre aralarında kalan adam:
“ Bu adamlar geceleyin ruhban, gündüze kahramandırlar dedi.
Çünkü onların gece ibadetine şahit olmuştu. Gündüz koca bir orduyu darmadağın eden aslanların, gece olup da Allah’ın huzuruna çıktıklarında nasıl secdeye kapandıklarını, gözyaşları içinde kaldıklarına şahit olmuştu.
Bu hal, düşmana gözdağı veren bir silah olmanın yanında, en büyük tebliğ aracına da dönüşmüştü. Onları, Allah’a kulluklarını sunarken görenler, hayranlıklarını gizleyemiyor ve iman heyecanıyla titriyorlardı. Resulullah’ın amcası, Şehitlerin sultanı Hz. Hamza’nın göğsünü yaran, onun ciğerini vahşice çiğneyen Hind bile, onların bu halleri karşısında teslim olmuştu. Gündüz cihattan dönen Müslümanların gece ibadetini şahit olan Hind, Ebu Sufyana:
“Ben Muhammed’e biaat etmek istiyorum” dedi Ebu Süfyan ona
Daha önce ona küfür ediyor, onu inkâr ediyordun dedi.
Hind de:
Evet öyleydi. Fakat Allah’a yemin ederim ki, ben bu geceden önce şu mescitte Allah’a gereği gibi ibadet edildiğini görememiştim. Allah’a yemin ederim ki, bu adamlar sabaha kadar kıyamda, rükuda ve secdede Allah’a ibadet ediyorlar dedi ve Müslüman oldu.
Ashab, Hind’e ciltler dolusu kitap okutmadı, günlerce İslam ile ilgili eğitim vermedi. Sadece halleri ve kullukları ile örnek oldular. En vahşi cinayetleri bile işleyen bir kadın işte böyle iman etti.
Bu örneklerden de anlayacağımız üzere, bütün bir hayatı kulluk bilinci ile yaşayarak hal ile örnek olmak, Modern zaman davetçilerinin temel prensibi olmak zorundadır. Bu prensibin yeniden hayata dönüşü, davetin etkisinin ciddi bir şekilde artmasına ve hedefe hızlı yaklaşmaya vesile olacaktır.
Selam ve Dua ile
Zübeyt BOZKURT