Her gün yeni bir haber düşüyor ekranlara…
Bir çocuk, arkadaşının elindeki bıçakla can veriyor.
Bir diğeri, “şaka” diye başlayan bir kavgada beyin kanaması geçiriyor.
Bir kız öğrenci, arkadaş grubunun tehdidiyle günlerce okula gidemiyor.
Artık çocuklarımız, arkadaşlarından değil; arkadaşlarının öfkesinden korkuyor.
Her okul haberi, artık umut değil; endişe taşıyor.
Bir anne “çocuğum okulda mı güvende?” diye düşünüyor, bir baba “iyi insan ol demeye korkuyorum” diyor.
Toplum, yavaş yavaş merhameti zayıflayan bir çağın içine sıkışıyor.
Oysa hiçbir çocuk zorba doğmaz.
Şiddet öğrenilir; evde, okulda, sokakta, televizyonda, sosyal medyada…
Bir çocuğun kalbine merhamet yerine öfke ekilmişse, o tohumun filizi şiddet olur.
Bugün etrafımızı saran bu öfke, yıllardır görmezden gelinen sevgisizliğin sonucudur.
Ebeveynin öfkesini gören bir çocuk, “haklı olan güçlüdür” sanıyor.
Bir dizi karakterinin bağırarak kazandığını gören genç, “bağırmazsam kimse beni duymaz” zannediyor.
Aileler yorgun.
Geçim derdi büyüdükçe, evdeki sevgi dili küçülüyor.
Ebeveyn, çocuğuna “iyi ol” demekten vazgeçip “ezdirme kendini” demeye başlıyor.
Okullar, rehberlik yerine sınav başarılarına odaklanıyor.
Bir çocuğun duygusal yarasını konuşacak bir rehber bulamadığı bir eğitim sistemi, o çocuğu sessiz bir öfkeye mahkûm ediyor.
Oysa çocuklara matematik kadar merhamet de öğretilmeli.
Bir çocuğun kalbinde empati yoksa, o bilgi yalnızca soğuk bir silaha dönüşür.
Medya ise bu tabloyu derinleştiriyor.
Şiddeti kahramanlık gibi sunan diziler, kavgayı “eğlence”ye çeviren sosyal medya akımları, çocuklara yanlış bir mesaj veriyor:
“Güçlü olmak, sert olmaktır.”
Bir genç, öfkesini dizide gördüğü karakter gibi göstermeye çalışıyor; çünkü başka bir örnek görmüyor.
Oysa gerçek kahraman, öfkesini kontrol edendir; bağırarak değil, anlayarak güç gösterendir.
Ama bunu anlatacak örnekler, ekranlarda artık yok.
Peki adalet nerede?
Bir çocuk öldüğünde, fail “küçüktür” diye korunuyorsa, adalet susmuş demektir.
Adalet sustuğunda ise zorbalık konuşur.
Yasalar, yaş bahanesiyle değil, sonuç üzerinden işlemelidir.
Cezasızlık, yeni şiddetlerin önünü açar.
Her suçun bir karşılığı olmalı, ama her failin de rehabilitasyon hakkı olmalıdır.
Çünkü şiddeti sadece cezayla değil, onarmayla da yenebiliriz.
Adalet sadece mahkeme salonlarında değil, toplumun vicdanında da işlemelidir.
Bir anne, çocuğunun ölümünün ardından “adalet yerini buldu” diyemiyorsa, o toplumda huzurdan söz edilemez.
Artık bir gerçeği görmek zorundayız:
Sorun sadece çocuklarda değil, toplumun bütününde.
Ekran başındaki yetişkin de, sokaktaki seyirci de, sessiz kalan komşu da bu zincirin bir halkası.
Bir çocuğa yapılan haksızlık karşısında sessiz kalan her yetişkin, farkında olmadan zorbalığı besliyor.
Şiddet bulaşıcıdır; ama merhamet de öyle.
Birini öğretmeyi seçmemiz gerekiyor.
Madem bu ülke “Aile Yılı” ilan etti, öyleyse işe aileden başlamalıyız.
Her ailenin bir danışmana, her çocuğun bir rehbere, her okulun bir vicdan dersine ihtiyacı var.
Bir çocuğun kalbine “empati” tohumları ekilmeden, hiçbir eğitim sistemi geleceği kurtaramaz.
Çünkü geleceği korumak, çocukları korumakla başlar.
Ve unutmayalım:
Bir çocuk öldüğünde, sadece bir can değil, bir toplumun vicdanı da ölür.
Her çocuğun gülüşü, bir ülkenin geleceğidir.
O gülüşleri kaybettiğimizde, aslında hepimiz biraz eksiliyoruz.
Artık şu gerçeği kabul etmeliyiz:
Zorbalık öğretiliyor, ama adalet, merhamet ve vicdan hâlâ öğretilmiyor.
Ve biz, çocuklarımıza en temel dersi borçluyuz:
“Gerçek güç, incitmemekte gizlidir.”
Selam ve Dua İle
Zübeyt BOZKURT