Resullah İslam davetçilerini yetiştirirken Allah nezdinde kalite ve değer ölçüsünü kulluk olarak ortaya koymuştur. Cabir (ra) şöyle anlatıyor;

Ashap ile birlikte ilken Peygamberimiz buyurdu ki:

Kim Allah katındaki değerini öğrenmek istiyorsa o, Allah’ın kendi hayatındaki değerine baksın, kişi Allah’ı ne kadar tanzim ederse onun emirlerini hayatında ne kadar değer verirse onun katındaki değeri de o kadardır. Tergip 3/65

Sosyal hayatta Allah’ın emirlerini ne kadar değer verirsen, Allah sana o kadar değer verir. Siyasal hayatta Allah‘ın emirlerine kadar boyun eğersen, Allah sana o kadar değer verir. Ahlaki hayatta Allah‘ın isteklerine ne kadar kıymet verirsen, Allah sana o kadar değer verir. Ekonomik ve ticari faaliyetlerini ne kadar Allah‘ın istediği şekilde yönlendirirsen, Allah sana o kadar değer verir. Aile hayatının ne kadarını Allah’ın istediği biçimde düzenlersen Allah sana o kadar değer verir.

İlk nesil davetçilerin Allah Resul’ünün tedrisatından geçerken ilk öğrendikleri şey, hayatı Allah merkezli yaşamak olmuştur. Sosyal, siyasal, ekonomik, ahlaki her tercihi Allah‘ın emirlerine göre şekillendirmek, Allah’ın reddettiklerini reddetmek ile öğrenilen prensip olmuştur. Resulullah Efendimiz, asabını sürekli Allah’a kulluğa ve kullukta da takvaya davet etmiştir. Verdiği nasihat ve hutbelerde bu konuya özel bir yer ayırmıştır. Medine’de, Beni Salim b. Avf Kabilesinde ilk ve bu hususta takvanın değerine ayırmıştı.

Peygamberimiz hutbesinde şöyle buyurdu:

“Hamd Allah’a mahsustur. Kim Allah’a ve Resul’üne itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Kim de onlara isyan ederse, doğru yolda çıkmış, kendine zulmetmiş ve derin bir sapıklığa düşmüştür. Size Allah’ın kahrından, azabından korkmayı, takvayı tavsiye ediyorum. Çünkü bu, bir Müslümanın diğer Müslümanı teşvik edeceği şeylerin en hayırlıdır. Öyleyse Allah sizi nelerden sakındırdıysa onlardan sakının. Bundan daha hayırlı bir öğüt ve daha üstün bir hatırlatma olamaz.”

Şüphesiz takva, Allah’tan korkarak amel yapan bir kimse için, istediğimiz ahiret için doğru bir yardımcıdır. Kim Allah ile arasındaki gizli ve açık ilişkilerini düzeltir ve bunu da Allah’ın rızasını gözeterek yaparsa, bu davranışı onun için dünyada güzel bir isim bıraktığı gibi, ölünce de, ağıza ihtiyaç duyduğu ahirette kendisine güzel bir sermaye olur.

İnsan ahirette, bunun haricinde hiçbir şeye sahip olmayı istemez ve bunun haricindeki şeyler için ne olurdu, aramızda uzun bir mesafe olaydı der. Allah sizi azabında sakındırıyor. Çünkü Allah kullarına karşı çok merhametlidir. Allah her sözünde doğrudur ve sözünü yerine getirir. O vaadinden asla caymaz. Çünkü Allah benim katında söz değiştirilmez. Ben kullarıma zulmedici değilim buyurmuştur. O halde gizli açık hiç bir işinizde takvadan ayrılmayın. Çünkü kim Allah’tan sakınırsa, büyük bir kazanç elde eder.

Kuşkusuz, takva Allah’ın azabından korur, Allah’ın dargınlığını önler, yüzleri ağartır, Allah razı eder ve dereceyi yükseltir. O halde nasibinizi alınız, kulluk etme de kusuru etmeyin. Allah size kitabını öğretmiş ve yolunu göstermiştir ki, doğrularla yalancılar belli olsun.

Allah‘ın size ihsan ettiği gibi siz de ihsan edin. Allah‘ın düşmanlarına düşman olunuz. Allah yolunda gereği gibi cihat edin. O, sizi seçmiş ve Müslüman adını vermiştir. Bunu da helak olanlar, bilerek helak olsunlar; yaşayanlar da bilerek yaşasınlar diye yapmıştır. Güç ancak Allah’a mahsustur.

O halde Allah’ı çok anın ve ahiret için çalışın. Çünkü kim, Allah ile ilişkisini düzeltirse, Allah da onun insanlar ile olan ilişkilerini düzeltir. Çünkü Allah insanlara hâkimdir, İnsanlar ise Allah’a hükmedemezler. İnsanları Allah idare eder, insanlar ise Allah’ı idare edemezler. Allah en yücedir, bütün güç ve kudret onundur. Kandehlevî’nin hayats-Shabe 3-144-145

Davetçi günlük hayat içerisinde her hal ve tavrıyla Allah’ı hatırlatan adamdır. Çünkü davetçin her hali kulluğunun bir göstergesidir. Hal ile yapılan tebliği, her zaman daha etkili olmuştur. Davet esasında örnek bir yaşantı, günahsız bir yüz, selim bir kalp ve yalansız bir dil kadar hiçbir şey tesirli olmaz.

Geçmişle kıyaslandığında modern zamanlarda, insanları Allah’a davet eden tebliğciler sayı olarak büyük ölçüde artmıştır. Ayrıca teknolojinin gelişmesi ile birlikte, iletişim araçları da Allah yolunda kullanılır olmuştur. Ancak davetin artmasına ters orantılı olarak tesir oldukça azalmıştır.

Davete istenilen tesir sağlamadığı sürece başarıya ulaşılması da zorlaşacaktır. Modern zaman davetçilerinin en büyük problemi, söz ve hal ile muhatap da bir tesir oluşturmama sorunudur.

Bu problemin çözümü, davetçinin tebliğ ettiği şeyi en ince ayrıntılarına kadar kendi nefsinde ve hayatında uygulanmasına bağlıdır. Öyle ki, davetiniz sadece simasında güle gören insanların başka bir söze ihtiyacı kalmasın. Bu konuda en güzel örneğimiz yine Resulullah’dır.

Bir sahabe Hz. Peygambere:

Ey Allah‘ın Resulü! Allah’ın vekilleri kimlerdir? Diye sordu Hz. Peygamber şöyle cevap verdiler:

Görüldüklerinde insana Allah’ı hatırlatan kimselerdir. İbni Mâce zühd 4

Peygamberimiz bahsettiği bu tarife en çok uyan kimseydi. Yahudi âlimlerinden Husayn ibni Selam anlatıyoru: Resulullah’ın ortaya çıktığını duyunca araştırdım ve hemen Resulullah’ın yanına gittim. Halkın onun kapısında toplandığını gördüm. Zorla aralara girip ona yaklaştım. Ondan işittiğim ilk söz şu oldu:

“Ey insanlar! Selamı yayınız. Yemek yediriniz. Geceleyin insanlar uyurken namaz kılınız ki, cennete selametle girersiniz.

Görür görmez onun yüzünün yalancı, bir yüz olmadığını anladım. Yanına varıp Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah‘ın elçisi olduğuna şehadet getirdim. Bana döndü:

Senin adın ne? Dedi. El Hüseyin İbni selam dedim.

Hayır Abdullah ibni Selam olsun dedi.

Evet, Abdullah İbni Selam. Seni hak ile gönderine yemin olsun ki, bugünden sonra, başka bir ismimin olmasını istemem dedim. Resulullah’ın yanından ayrılıp evime geldim. Karımı, çocuklarımı ve akrabalarımı İslam’a davet ettim. Hepsi Müslüman oldular. Yaşlı olduğu halde halam Halide de onlarla birlikte Müslüman oldu. El-İsabe IV/80-81

Selam ve Dua ile

Zübeyt BOZKURT