“Allah, onların geleceğini de, geçmişini de bilir. Onlar ancak Allah’ın râzı olduğu kimselere şefaat edebilirler. Hepsi de O’na duydukları derin korku ve saygı sebebiyle tir tir titrerler.”[1]

Allah’ın büyüklüğünü, gücünü ve sonsuz aklını kavramış olan iman sahipleri, Rabbimize karşı saygı dolu bir korku ile saygı duyarlar. Allah’ın Kur’an‘da haber verdiği öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup sakının. [2]

Emri gereği, bu korkularında bir sınır tanımazlar. Karşılaştıkları her olay, çevrelerinde gördükleri her şey Allah’ın büyüklüğünü takdir etmelerine, imanlarını artmasına, dolayısıyla da korkularının derinleşmesine vesile olur.

Böylesine derin bir korku son derece güçlü bir sakınmayı da beraberinde getirir. Bu sakınmanın şiddeti, kişinin Allah‘ın tüm emir ve tavsiyelerine titizlikle uygulaması ve onun men ettiği şeylerden de şiddetle kaçınmayla kendini belli eder. Bu ayette iman sahiplerinin bu tavrı şöyle bildirilir:

“Onların kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa onun peygamberliğinden şüpheye mi düştüler? Yahut Allah ve Resul’ünün kendilerine haksızlık yapacağından mı korkuyorlar? Hayır, aslında haksızlık edenler, bizzat kendileridir.”[3] 

Allah bir ayette insanların kavrayışını derinleştirecek bir örnek vererek, razı olacağı korkuyu işaret etmiştir:

“Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağın tepesine indirseydik, sen onu Allah korkusundan başını eğip paramparça olduğunu görürdün. Biz bu misâlleri insanlara veriyoruz ki, etraflıca düşünüp gerekli dersi alsınlar.”[4]

Ayette işaret edildiği gibi,  gönülden iman edenlerin Allah korkusu da böylesine şiddetli ve derindir.  

 İman sahiplerinin Allah korkusu son derece güçlüdür fakat bu, cahiliyenin yaşadığı batıl korkular gibi sıkıntılı bir korku değildir. Bu korku, mümini, kendisini yaratan ve yaşatan Allah’a bağlayan, temelinde derin bir saygı ve içli bir sevgiye dayalı olan bir korkudur. İnsana hayret veren, şevk, heyecan ve azim veren bir korkudur. Aynı zamanda da mümini Allah’ın razı olmayacağı bir tavır içine girmekten sakındıran, hayır yönünde harekete geçiren, Allah’ın beğendiği ahlakı kazandıran ve bundan dolayı da manevi haz veren bir duygudur. Ve bu korku ancak Allah’a duyulan derin sevgi ile bir arada yaşanabilir. İman sahipleri ne kadar çok seviyorlarsa, ondan o kadar da çok korkarlar. Bu iki kavram her an eşit bir denge içerisinde yaşanır. Ve bunlar, iman sahiplerinin imanlarının en önemli göstergelerindendir.

İman sahiplerinin Allah’tan içleri titreyecek kadar güçlü ve saygı dolu bir korkuyla korkmalarına vesile olan ise Allah’ı gereği gibi takdir edebilmeleridir. Allah’ın her şeye, her istediğini yapacak surette galip ve hâkim, azaplandıran, intikam alan, cehenneme süren, zillete düşüren, hor hakir eden, sıfatların bilen Müminler, Allah’ın hem dünyada hem de ahirette, dilediği an, dilediği kimseye, dilediği azabı verebileceğini bilirler. Bu azaptan ancak gereği gibi korkup sakınanların kurtulabileceğini de bilicindedirler.  Bu yüzden de başka hiçbir şeyden değil, yalnızca tüm gücün sahibi olan Allah’tan korkarlar.

“Onlar ki, bazı kimseler kendilerine: “Düşmanlar sizinle savaşmak üzere ordular topladı, onlardan korkun!” dediklerinde, bu onların imanını bir kat daha artırdı da: “Allah bize yeter, O ne güzel vekîldir!” mukabelesinde bulundular.”[5]

İman sahiplerinin Allah korkuları gibi Allah’a olan sevgileri de çok güçlüdür. Kendileri yokta var edenin, sayısız nimetleri hizmetleri verenin, onları her an gözetip kollayan ve koruyanın Allah olduğunu bilirler.  Tüm varlıkların ancak onun izniyle hayat bulduklarını ve yine onun dilemesiyle bir gün mutlaka yok olacaklarına, baki kalacak olanın yalnız Allah olduğuna iman ederler. Bu gerçeği kavradıkları için tüm sevgilerini kendilerini yaratan ve tek sahipleri olan Allah’a yöneltirler. Öyle ki Allah’ı gördükleri, bildikleri,  kavradıkları her şeyden ve herkesten çok daha fazla severler.

“Eğer imandan yüz çevirirlerse, artık bilin ki Allah sizin mevlânızdır. O, ne güzel mevlâ, ne güzel yardımcıdır.”[6]

Ayetinde de bildirdiği gibi Allah’tan daha güzel bir veli ve yardımcı olmayacağını bilincindedirler. Üstün bir imana sahip olan Hazreti İbrahim’in Kur’an‘da haber verilen bir duası şöyledir:

“Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O’dur. Beni yedirip içiren O’dur. Hastalandığım zaman bana şifâ veren O’dur. Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet yeter. O, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir. Biz Kur’an’ı müminlere şifa ve rahmet olarak indiriyoruz. O, zalimlerin ise ancak ziyanını artırır. Rabbim! Bana ilim ve hikmet ver; beni Salihler kullarının arasına ilhak eyle!”[7]

Görüldüğü gibi Hazreti İbrahim de kendisine can verenin,  yeryüzündeki her olayı evirip çevirenin, rızkı verenin, hastalığı ve ona şifa olacak imkânı yaratanın ve yeryüzünün tek hâkiminin Allah olduğunu çok iyi bilmektedir. Bu nedenle de Allah’a gönülden bir sevgiyle bağlanmıştır. İşte iman sahiplerinin örnek aldıkları Allah sevgisi budur.  

İman sahipleri, yaratılmış olan diğer tüm varlıkları da, Allah’a olan sevgileri ve bağlılıklarıyla doğru orantılı olarak severler. İnsanlara olan sevgilerindeki ölçü,  onların Allah’ın emrettiği ahlakı üzerlerinde ne derece taşıdıklarına bağlıdır. Allah‘ın emir ve yasaklarını titizlik gösteren, onun emrettiği ahlakı en güzel şekilde yaşayan kimselere karşı derin bir sevgi beslerler. Bu kimseleri sevmelerinin altında yatan asıl neden onların da Allah’ı çok seven, yalnızca Allah’ı dost ve veli edinen kimseler olmalarıdır.

 Gerçek iman, müminlere dünyada gördükleri her türlü güzelliğin, aklın ve tüm yeteneğin Allah’a ait olduğunu fark ettirir. Sözgelimi güzel, akıllı ya da yetenekli bir insanla karşılaşınca Müminler, onun bu özelliklerinden çok zevk alırlar ama tüm bunların asıl kaynağının, asıl yaratıcısının Allah olduğunu da unutmazlar. Bu nedenle bu özelliklerinden aldıkları zevk, kişilere karşı müstakil bir sevgi oluşturmaz. Aksine kalplerinde yine Allah’a karşı derin bir saygı ve derin bir sevgi oluşur.



[1] Enbiya Suresi 28
[2] Teğabun Suresi 16
[3] Nal Suresi 50
[4] Haşr Suresi 21


[5] Ali İmran süresi 173
[6] Enfal Suresi 40
[7] Şura Suresi 78 -83