İnsanın nereden geldiği, niçin geldiği belli nereye gideceği gibi sorulara en gerçek cevabı ancak din verir. Çünkü din Allah’a aittir. İnsanı ise Allah yaratmıştır.
O halde yaratığı kulunun macerasını en doğru olarak sadece Allah bilebilir. İnsan geçmişi ve geleceği ile ilgili bilgileri de din sayesinde öğrenmiş olur hem meraktan kurtulur hem de geleceğine güvenle bakar.
İnsanlar yaradılış bakımından diğer varlıklardan ayrıdırlar. İlk doğduklarında, hiç tanımadıkları bir dünyaya gözlerini açarlar. Bu, diğer hayvanlar için de şüphesiz aynıdır. Bu farkı bir örnekle açıklayalım:
Bir arayı düşünün:
Kozasını delip dışarı çıktığı zaman yeni bir dünyanın ışığına kavuşur. Ve hiç emeklemeden kanatlarını çırpmaya başlarlar. Bu, onun yeryüzündeki ilk hareketidir. Ve sanki henüz kozasının içinde iken uçmayı öğrenmiştir.
İlk uçuşunda bile en küçük bir acemilik çekmemektedir. Ardından Allah’ın yarattığı rengarenk çiçeklerle koklaşmaya koşar. Ve insanların bunca akıllarına rağmen başaramadıkları bir işi başarır. Çiçeklerden bal toplamaya başlar.
Artık arı ile çiçekler arasında bir alışveriştir başlar.
Sanki arı, daha önce çiçekle tanışmış gibi,
Sanki arı, çiçekten bal elde edeceğini biliyormuş gibi aralarında bir anlaşma meydana gelir.
Buradan şunu anlıyoruz;
Bütün kâinatın yaratıcısı olan Allah, arıya yapacağı bütün işleri öğretmiştir. Henüz kozasından çıkmadan önce öğretmiştir. Ve arı, görevlerini yaparken hiç güçlük çekmemektedir. Çünkü arının öğretmeni güçlü her şeye yeten Allah’tır.
Artık arı, hayatı boyunca Allah ‘ın kendisine öğrettiği işleri yapacaktır. Onun görevi bal yapmaktır. Bu görevine hiç itiraz etmeden, yorulmadan bıkmadan devam eder.
Ona bu işi emreden Allah’tır.
Ve arı O’nun emirlerine karşı gelmeyeceğini bilir.
Allah, arıya vazifesini henüz doğmadan önce öğretir. Bizim anlayamadığımız bir dille öğretir. Burada önemli olan, arının bunları, Allah’ın dışında hiç kimsenin öğretmesine gerek kalmadan bilmesidir. Allah arılara hayata gözlerini açmadan önce;
Uçmayı,
Çiçeklerle koklaşarak bal toplamayı öğretmiştir. İnsanlar için faydalı olan petek petek balları, Allah’ın kudretiyle önümüze serer.
Bu bir arının macerasıdır. Ama hayvanların çoğu da böyledirler:
Bir kuşun cıvıl cıvıl ötüşünü,
Bir ördek şaşırmadan yüzüşünü,
Bir ipekböceği yumuşacık ipeği örüşünü. Hep Allah ‘ın bildirmesiyle öğrenirler. Ve daha doğarken bu bilgilerle gelirler. Ayrıca öğrenmeye ihtiyaçları yoktur.
Bir de insanı düşünelim:
Ağlayarak açarız dünyaya gözlerimizi. Bu ağlayış, yeryüzündeki zayıflığımızın ilk işareti gibidir. Ne kadar zayıf ne kadar ince bir yapımız vardır. Ve bakıma ne kadar muhtacız!
En küçük bir ihmal, bizi günlerce hasta yapar. Zaten aylarca, hatta senelerce ağlar dururuz.
Bu, dünyaya gelişimizin ilk hüznüdür. Günlük ihtiyaçlarımızı bilemeyiz. Konuşmayı, iş yapmayı bilemeyiz. Hatta gülmeyi ve oynamayı bile aylarca sonra öğreniriz.
Oysa arılar öyle miydi?.
Daha doğar doğmaz, minicik kanatlarıyla ustaca havaya atılmıyorlar mıydı?
Rengarenk çiçeklerle koklaşıp en lezzetli gıdayı hazırlamıyorlar mıydı?.
İşte insanlarla hayvanlar arasındaki bu fark, bizi düşünmeye zorluyor. Demek ki biz, öğrenmeye, bilmeye ve yetişmeye daha çok muhtacız. Bilmediklerimiz bildiklerimizden daha çok. Hayata karşı ürkütücü bir zayıflıkla atılıyoruz.
Soru:
Peki bu zayıflığımızı, bu bilgisizliğimizi ve hayat karşısındaki bu şaşkınlığımızı neyle gidereceğiz.?
Anne ve babalarımızın yardımıyla mı?
Belki.
Ama onlar da zaman zaman üzülüyor, zaman zaman çaresiz kalıyorlar. Nasıl hareket edeceklerini şaşırıyorlar. Üstelik akılları her şeye de ermiyor.
İşte insanların bu zayıflığını bilen Rabbimiz, onlara nasıl hareket edeceklerini bildirmek için dinler göndermiştir. Böylece onların şaşkınlığını giderip mutlu olmalarını dilemiştir.
Dinin insanların ihtiyaçlarına cevap verdiğini hepimiz biliyoruz. Din deyince aklımıza bizim mutluluğumuz için gönderilmiş olan ilahi emirler, İlahi yasaklar, ilahi prensipler geliyor. Ve böylece ferahlıyoruz.
Çünkü böylece bilmediğimiz, kendi aklımızla çözemediğimiz şeyleri, Allah’ın bize bildirmesiyle öğrenmiş oluyoruz.
Hele İslam dini gibi, son ve mükemmel bir dine uyan insanlar olarak güvenimiz daha da artıyor.
Bir yandan Allah’ın yüce Kuranı, Bir yandan da sevgili peygamberimizin mübarek sözleri hayatımızı düzenliyor.
Üzüldüğümüz zaman,
Sevindiğimiz zaman,
Yerken, içerken,
Yatıp kalkarken,
Bir olay karşısında şaşırıp kaldığımız zaman. Hemen ilahi kaynağa, yani dinimizin kurallarına başvuruyoruz. Mutluluğumuzun bu yolla gerçekleşeceğine inanıyoruz. Çünkü kendi aklımıza fazla güvenmiyoruz. Zayıf olduğumuzu biliyoruz. Ama Allah ‘ın emirlerine uymakla da kuvvetleniyoruz.
Kendi aklımızla çözemeyeceğimiz işlerle uğraşıp yorulmuyoruz. Çünkü Allah‘ın buyruklarına uyuyoruz. Şüphesiz ki kendi aklımızı büsbütün inkarda etmiyoruz.
Allah‘ın kuranıyla bizi düşünmeye, akıl etmeye çağırdığını biliyoruz.
Bir şeye ihtiyacımız olduğu zaman, her şeyin sahibi olan Allah’tan istiyoruz.
Daraldığımız zaman O’na yalvarıyoruz.
Elimiz boşalttığı zaman O’na şükür ediyoruz.
Dileğimiz ve niyazımız O’na.
Hamd ve teşekkürümüz yine O’na.
Bizi yeryüzünde sultan kılan, bütün varlıkları emrimize veren, üzüldüğümüzde bize yardım eden, bizi Müslüman kılan, yeryüzünü ve gökyüzünü en büyük kitabı kuranı gönderen,
Ve bizi Hazreti Muhammed’e Ümmet eyleyen Allah’a şükürler olsun.
O’nun kulu ve Resulü, sevgili Peygamberine selam.
Peygamberin şerefli arkadaşlarına saygı ve bağlılık.
Mutluyuz,
Çünkü inanıyoruz.
Selam ve Dua ile…..
Zübeyt BOZKURT