“Ben cinleri ve insanları yalnız bana kulluk ibadet etsinler diye yarattım”. Benim namazım-niyazım, hac, kurban gibi diğer bütün ibadetlerim kısaca hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir eşi ve ortağı yoktur. İşte bana emredilen, böyle inanmak ve bu inanç üzere yaşamaktır. (Zariyat56)

Davetçi adam, görev adamıdır. İlk ve en büyük görevi ise kulluktur. Çünkü kulluk âlimleri Rabbi olan Allah‘ın insana yüklediği en büyük sorumluluktur. Bu görev ifa edilmeden diğer tüm görevler anlamsız kalacaktır. Kulluk bilincinin şuuruna erişildiği zaman dünyanın tüm cazibeleri basitleştir, tüm yorgunluklar huzura dönüşür. Eğer sonunda kulluğun tek gayesi olan Allah’ın rızası varsa, tüm çileler zevkle göğüslenir. Hayatı değerli kılan, kulluk bilincidir. Varlık gayesini gerçekleştirebilmek; hayatı, boş ve anlamsız bir döngü olmaktan çıkarabilmek; hep bu yüksek şuur seviyesi ile ilgilidir.

Kulluğu sadece birtakım ibadetlerle sınırlamak, yapılacak en büyük hata olur. Çünkü kulluk, hayatın sadece bazı evrelerinden yapılan birtakım ibadetlerde değil; bütün bir hayatı kuşatan etkisiyle kendisini göstermelidir. Kulluk, vicdanındaki her harekette, organların her işleyişinde, her davranışta Allaha yönelmektir. Bu yöneliş esasında, çabanın sonucundan ziyade çabanın kimin için sarf edildiği önemlidir.

Eğer yapılan iş Allah için ise sonucun ne olursa olsun önemli değil. Çünkü asıl başarı ve zafer yaptığını Allah için yapabilmektir. İşin sonu ise Allah’a aittir.

Bu bakımından davetçi, bütün bir hayatı Allah için yaşar. Allah için olmayan her şey amelleri zayi etmek ve ömrü boş işlerle tüketmekten öteye geçemez. Davetçinin tek bir çabası vardır, O da âlemlerin Rabbi olan Allah‘ın rızasını kazanmak ve ona hakkıyla kulluk edebilmektir.

Allah’a kul olmayan davasına er olamaz. İlk nesil davetçilerden bahsederken onlarla ilgili öncelikli dikkat çekilecek husus kulluklarıdır. Onların her hareketinde hatta her nefes alışverişlerinde bile kuruluk endişesi bariz bir şekilde kendini gösterir. Bu neslin tüm hayat programı kulluk eksenlidir. Tüm tercihleri, bütün yönelişleri ve temel endişeleri Allah’a kul olma yolundadır.

Günlük hayatın meşgaleleri, davetin sarsıcı imtihanları asla onların bu kulluk bilincini gevşetmemiştir. Onlar, Allah’a kul olarak özgürleştiler. Allah’a itaat ederek, kula kulluktan kurtuldular. Sadece Allah’ı razı etmek peşinde koştular. Allah için sevindiler, Allah için üzüldüler. Onun yolunda öfkelendiler O’nun için sakinleştiler.

Hayatlarını Allah‘ın çizdiği sınırlarla yaşadılar. Tüm egemenlikleri reddettiler. Sadece Allah’a hesap verme derdinde oldular. Sadece Allah’ın kınamasından korktular. Yeryüzünde sadece Allah’a kulluk edilsin diye bedel ödediler. “Bu yolda kim malını verir kim canını verir” denilince “Önce Ben” demesini bildiler. Asla tereddüt etmediler.

Allah onlardan razı olsun. Kulluk imtihanını en güzel şekilde verdiler. Onların iddiaları asla lafta kalmadı. Bir ideolojiyi savunmadıkları için asla slogan adamı olmadılar. İş yapan adam oldular; işin edebiyatını yapan adam olmadılar. Onları dışardan görenler hayranlıklarını gizleyemediler. Bu muhteşem kulluk bilinci onların namazlarından başlayıp bütün hayat programlarına sirayet etti. “Allahuekber deyip” namaza durunca, bütün dünyayı arkalarına atmasını başardılar.

Söz konusu kulluk olunca asabını gözleri başka iş bir şey görmedi. Kalpleri Allah’ın emrinden başkasına meyletmedi. Mesela Allah’a kulluk olunca, tüm dünyalık işler ikinci planda oldu.

Asım’ın neslini bir kez görenler, onları Allah’a olan bağlılıklarının ve kulluklarının canlarından, mallarından da hatta evlatlarından bile daha değerli olduğunu anladılar. Onların bu halleri düşmanlarına korku salan, tedirgin eden umutsuzluğa sevk eden bir silaha daha dönüştü.

Yermük Savaşı’nda taraflar karşı karşıya gelindiğinde, Rumların başkumandanı Kubuklar, Arapça bilen bir kişiyi casus olarak ashabın arasına gönderdi. Giden kişi dönünce Kubuklar ona:

Onları nasıl buldun? Diye sordu: kısa bir süre aralarında kalan adam:

Bu adamlar geceleyin ruhban gündüz de kahramandırlar dedi.

Çünkü onların gece ibadetine şahit olmuştu. Gündüz koca bir orduyu darmadağın eden aslanların, gece olup ta Allah’ın huzuruna çıktıklarında nasıl secdeye kapandıklarını, gözyaşları içinde kaldıklarına şahit olmuştu.

Bu hal, düşmana gözdağı veren biz silah olmanın yanında, en büyük tebliğ aracına da dönüşmüştü. Onları, Allah’a kulluklarını sunarken görenler, hayranlıklarını gizleyemiyor ve iman heyecanıyla titriyorlardır. Resulullah’ın amcası, Şehitlerin sultanı Hazreti Hamza’nın göğsünü yaran, onun ciğerini vahşice çiğneyen Hind bile, onların bu halleri karşısında teslim olmuştu. Gündüz cihattan dönen Müslümanların gece ibadetine şahit olan Hint, Ebu Süfyan’a:

“Ben Muhammed’e biat etmek istiyorum” dedi.

Süfyan ona

“Daha önce ona küfrediyor, onu inkâr ediyordun” dedi.

Hind de;

Evet öyleydi. Fakat Allah’a yemin ederim ki, ben bu geceden önce şu mescitte Allah’a gereği gibi ibadet edildiğini görememiştim. Allah’a yemin ederim ki, bu adamlar sabaha kadar kıyamda, Rükuda ve secdede Allah’a ibadet ediyorlar dedi ve Müslüman oldu.

Ashap, Hinde ciltler dolusu kitap okutmadı, günlerce İslam’la ilgili eğitim vermedi. Sadece halleri ve kullukları ile örnek oldular. En vahşi cinayetleri bile işleyebilen bir kadın işte böyle iman etti.

Bu örneklerden de anlayacağımız üzere, bütün bir hayatı kulluk bilinci ile hal ile örnek olmak, modern zaman davetçilerinin temel prensibi olmak zorundadır. Bu prensibin yeniden hayata dönüşü, davetinin etkisinin ciddi bir şekilde artmasına ve hedefe hızla yaklaşmaya vesile olacaktır.

Selam ve Dua ile

Zübeyt BOZKURT