Bir önyargı ile evet devlet öldürür mü? diyelim, yoksa bu sorunun karşılığını vermeden üzerinde düşünelim mi?

Devlet soyut bir kavram, Devlet kavramını kendisinin bir işlevi yok. Fakat bir devletin içini dolduran, bu ülke insanını yönetenler topluluğudur. Bu topluluk devletin kuruluş felsefesiyle orantılı ve onun ruhuna göre hareket eder. Bu soyut kavrama yüklenen bir bütünlüğü tanımlar

Türkiye Cumhuriyeti bir devlet. Büyük, geniş çok kavimli Osmanlı Devleti üzerine kurulmuş olan küçük bir bakiye. Bu bakiye bile birçok yönüyle Osmanlı Devleti’nin küçük bir modeli. Gerçi Osmanlı Devleti kadar çok çeşitlilik ırklardan oluşmuyor ama kültürler, dinler ve kavimler bakımından bir benzerlik taşıyor. Bu benzerlikler olmasına karşın kurucular bu devletin adını bir tek kavim üzerine somutlamışlardır.

Türk kavmi. Oysa bu toprakların merkezini Türküler ile Kürtleri oluşturuyor. Lazlar, Abazalar, Çerkezler Boşnaklar, Pomaklar, Araplar, Ermeniler, Yahudiler ve daha nice kavimler hala yaşamakta. Mezhepleri de bunu eklememiz gerekiyor Türk kavmi eksenli bu devlet kendi ruhunu korumak adına yüzyıla yakındır ülkeyi kaçıran, kimi zaman acımasızlaşan bir yapıya sahip.

 Türk kavmi eksenli olunca ötekiler yan unsurlar olarak görülmüşlerdir. Kurucu felsefe kendilerine yakın düşebilecek her oluşu etkisiz kılmak için çok acımasız davranmıştır.  Osmanlı kültürü ve uygarlığıyla bağlarını kesmek adına çok acımasız davranılmıştır. Bu uğurda kendi insanını feda etmekten çekinmemiştir bunu yaparken de İslam’a ait bir kavramı kendisine merkez edinmiştir.  “Şeriatın kestiği parmak acımaz”! demiştir.  Bu düşüncesi toplum katında karşılık bulsun diye bunu yapmıştır.

Bu devlet veya yönetenleri; alfabeye karşı çıkanları, şapka giymeyen ve muhalefet edenleri, şeriatı getirmek istiyorlar diye öldürmüştür. Dersim demiş öldürmüştür. Kaçakçı demiş öldürmüştür. İrtica demiş öldürmüştür.

 Alevidir, Sünnidir, Kürt’tür, teröristtir, solcudur, sağcıdır, aydındır, gazetecidir demiş öldürmüştür. Bir devlet kendi insanını kazanmak yerine kendince en kolay ve etkili yol olan öldürme edimini merkeze almıştır. Bu, bugüne kadar devam ede gelmektedir. Tam bir mafya örgütü ruhuyla gözünü kırpmadan, acımasızca öldürmüştür.

İnsanını kazanmak yerine kendini ve çıkarlarını koruma adına bu yolu tercih etmiştir.

            Bin yılı aşkın bir süredir et ile kemik gibi birbirinin ayrılmaz parçaları olan Kürtler yakın zamanda gözden çıkarılmış ya da susturulmak ve bastırılmak adına yoğun bir karşı hareket süregelmektedir. Geçmişte bu, kendi tanımlamalarıyla “şeriatçılara” karşı yapılmıştır. Bunları yaparken de gayet soğukkanlı durmuştur. “şeriatın kestiği parmak acımaz” düşüncesinin arkasına saklanmıştır.

            Bir güç, bir parmak, bu ülkenin ayrılmaz ikilisi ve ana unsuru olan Türkler ile Kürtleri çok kısa sürede birbirine düşman etmiştir. Bölgede olduğu gibi Türkiye’de Kürtleri kendi başlarına küçük bir devlet olmaya iten bir güç devrededir. Aynı uygarlığın, dinin ve kültürün mensubu olan bu iki kavmin arasına büyük bir uçurum konulmuştur. Ne yazık ki bu devlet bu ayrışmaya ivme kazandırmış, adeta Kürtleri öteye doğru itmeye devam etmiştir.

Irak’tan kaçakçılık yapan, sigara, petrol taşıyan sadece evinin maişetini kazanmak için giden bir kafileyi devletin uçakları bombalamış, bu gencecik insanları bir anda öldürmüştür.

            Türkiye kendi insanına bu kadar acımasız olabilir mi, oluyor işte. Bu ilk değil, sonda olmayacak. Ortam öylesine geriliyor, öylesine provokatif haller oluyor ki bir anda insanlarını öldürmek için bir gerekçe bulunuyor. Ülkemiz insanı birbirine hasım ve düşman hale getirilmiş, birbirlerini bir kaşık suda boğacak gibi duruyorlar.

 Ülke insanının kimi kanatları, birbirlerinin üzerine atılmak için hazır bekliyorlar. Bunlar kendiliğinden olmuş şeyler değildir. Bu ülkeye, bu ülke insanına yazık oluyor. Devlet veya onu yönetenler kendilerini refleksinin arkasına sığınmasınlar. İnsanını kazanmanın yollarını bulmalı. Bulunur da. Yeter ki niyet ve bakışlar halis olsun

 

            Selam ve Dua ile

            Zübeyt BOZKURT