Onların nesebi, soyu ve kimliği sorulursa cevap hazırdır. Müslüman. Yani, onlar yalnızca Müslüman’dır. Soy, ad, veraset gibi şartlarla değil aksine inceleme, delil ve fıtri zevk sonucu Müslümandırlar.

İslam’a inanırken ve küfrü reddederken neye inandıklarının, neyi reddettiklerini kesin ve kesin şuuru içindedirler. Allah’a çağırırken, tağutu inkâr ederken hep önceden edindikleri bilgiden yola çıkarlar.

İslam’dan başka din tanımazlar. İslam’ın belirlediği yoldan başka yolda tutmazlar. Hayat tarzlarını Allah’ını kitabı belirlerler. Mademki bu dini onlar için Allah seçmiş ve göndermiştir, Öyleyse onların seçimi başka yönde olamaz. Hem, Allah bu din ile “.. Bugün size dininizi ikmal ettim, Üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim” (maide süresi 3) buyurmuyor mu? Ve başka bir ayeti kerime de “kim, İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden böyle bir din asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır. ( Ali İmran 85)

Allah ve Resul’ünün hakemliği onlar için her şeyin üstündedir. Ayeti kerime de: aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resul’üne davet edildiklerinde, Müminlerin sözü ancak “işittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. (nur Suresi 51) buyurulur.

İşte bu neslin özelliklerinden biri de budur. Allah ve Resul’ünün hükmü onlarca kesin bir biçimde kabul görür. Şayet tağut’un sözü, hükmü gündeme getirirse buna asla itibar etmezler. Cevapları kesin bir surete reddir. Burada tağut’un kastedilen şüphesiz küfürdür. Allah ve Resulün dışındaki, Allah ve Resulün yerini almak isteyen her şeydir.

Ne doğu geçerlidir onlarca ne de batı. Her ikisini de reddederler. Onların Nur’u, onların ışığı, “doğuya da batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisini ateş değmese dahi ışık verir. Nur üstüne nur dur. (Nur 51) bereketli bir ağaçtan gelmedir. Bu sebepledir ki bu nesil kapitalizmin zulmünü, komünizmin zifiri karanlığını kabul etmediği gibi sağcılık solculuk oyunlarına da itibar etmez. Sağa sola intisap etmezler. Aşırı uçların ortasında yani itidal noktasında yer alırlar. Herhangi bir fert, sınıf, Parti ve düzen hesabına çalışmazlar. Onların çalışması, sürdürdükleri faaliyetler yalnızca İslam içindir. Evet, yalnızca İslam. Onları ilgilendiren de yine bütün bir İslam toplumudur. Yalnızca İslam toplumu.

Dertleri, düşünceleri, gaye ve hedefleri hep İslam toplumudur. Kendilerini bu toplumun bir parçası bildiklerinden yüzleri, yönleri hep bu topluma doğrudur. “ Kim Allah’ı Resul’ünü ve iman edenleri dost edinirse bilsin ki üstün gelecek onlar şüphesiz Allah’ın tarafını tutanlardır. (maide süresi 56 ) buyuruluyor.

Bu ve buna bağlı gerçekleri gereği gibi bilendir bu nesil.

Onları intsahibi yalnızca Allah’adır. Onur duydukları değer de imanları. Tavizsiz bağlandıkları kitapsa Kur’an‘dır. Eğer bir şeyle, bir değerle övünmeleri gerekiyorsa, bu muhakkak İslam olur.

Bu nesil tıpkı muhacir ve Ensar Sahabeler gibi davet ve cihat aşkına sahiptir bu nesil. Çünkü nurunu bu Sahabilerden almıştır. İzlediği yolda yine onların yoludur.

Allah düşmanları ve kendi düşmanları ile nasıl cihat ederlerse aynen öyle kendi nefisleriyle de cihat ederler. Bir cihat başka bir cihattan alıkoyamaz onları. Bir meydanda hareketlerini sürdürürken bir başka meydanı unutmazlar. Görünen ve görünmeyen düşmanlarla sürekli cihat halindedirler. İçte kötülerle, dışta da kefere zümresiyle sürüp giden kesintisiz bir cihat yürütürler. Fitnenin arkası kesilince ve Allah’ın dini gerçek anlamda söz sahibi oluncaya kadar çabalarından geri durmazlar.

Müslümanlar her alanda Allah yolunda cihat ve mücadele ederler. Gerektiğinde mümkün olan her fedakârlık da bulunur ve her türlü zorluğa göğüs gererler. Maddi ve manevi her türlü imkânlarını seferber ederler.

İşte davet neslinin, cihat neslinin yaptığı budur.

İnandıkları din onlar için her şeyin üstünde bir değer ifade eder. O din uğruna bütün bir dünyayı vermeye hazırdırlar. İmanları ise canlarından daha azizdir. Canlarını mallarını o inanç uğruna her an feda edebilirler.

İstediği şeyin değerini bilen bir kimse o şey uğruna neleri feda etmez ki. Tıpkı güzel bir hanıma talip olan kimsenin onun mehrini pahalı bulmayacağı gibi. Hem onlar Allah ile aralarındaki alışverişi çoktan bitirmişlerdir. Allah onlardan mallarını ve canlarını satın almış, onlarda buna kendi rızaları ile evet demiş ve satış da bulunmuşlardır. Satıştan dolayı pişmanlık duymak ve cayma gibi herhangi bir sonuçla karşılaşılmaz.

Onların ilk düşünceleri dinleri, en son düşünceleri ise dünyalarıdır hepsi de ah, benim milletim, ah benim toplumum! Der. Her birinin ağzından bu kelimelerin döküldüğünü görürsünüz. Hiçbirinin ben, yalnız ben, kendim! Dediğini duyamazsınız. En çok ilgilendikleri husus Allah’tan kaçan, uzaklaşan kimselerin yeniden ona dönmelerini sağlamak, tövbelerine vesile olmaktır.

Selam ve Dua ile

Zübeyt BOZKURT