Muhammed Allah‘ın elçisidir. Onunla birlikte hareket edenler saldırgan kâfirlere karşı çok çetin ve tavizsiz, birbirlerine karşı ise çok şefkatli ve merhametlidirler. Sen onları hep ruhu ve secde eder halde görürsün. Onların gayesi Allah‘ın lütüf ve rızasına nail olmaktır. Alametleri ise alınlarında ki secde izleridir. (Fetih 29)
Davetçi, tüm varlığıyla İslam davasına adanmış vahit ve mücahit adamdır. Onun her hareket ve tavrı hatta görüntüsü bile adanmışlığının en belirgin kanıtıdır. Tarih boyunca davet yolunun erleri, Kur’an’ın da tarifi ve tasdikiyle belli özelliklere haiz olmuşlardır. Fetih Suresi nde bizzat Allah tarafından örnek olarak anlatılan dava adamları ve davetçilerin birinci ayrıt edici özellikleri, kâfirlere karşı tavizsiz, mümin kardeşlerine karşı ise son derece merhametli ve şefkatli olmalarıdır.
“Müminler saldırgan kâfirlere karşı çok çetin ve tavizsiz, birbirlerine karşı ise çok şefkatli ve merhametlidirler.”
Oldukça meşakkatli ve çileli bir yolda ilerleyen davetçiler, her türlü uzlaşma tekliflerine karşı taviz vermeden, tehdit, boykot, işkence gibi sıkıntılara aldırış etmeden yürürler. Bu yolda İslam cemaati içinde karşılaştıkları problemleri kardeşlik hukukuna zarar vermeden çözüme yoluna başvururlar. Kardeşleri tarafından biri eziyete maruz kaldıklarında ise şefkat ve merhamet prensibiyle hareket ederler. Bencillik, kibir, nefret gibi düşük karakterleri onların hayatlarında görmek mümkün değildir.
Onların sahip oldukları tüm hoşgörü ve diyalog potansiyeli, Kuran’ın da dikkat çektiği vazgeçilmez bir ilke olarak ancak mümin kardeşleri ve ezilenler içindir.
Bu sürede örnek olarak anlatılan mümin Davetçilerin ikinci belirleyici özellikleri ise hayranlık uyandıran kulluklarıdır.
“Onları hep rükû ve secde eder halde görürsün”
Büyük bir dikkatle yerine getirdikleri farz ibadetlerinin yanında kendilerini Allah’a yaklaştıracak nafileleri sürekli ve bilinçli bir şekilde ifa ederler. Ruku ederler, secde ederler, ilim meclislerinde sürekli bir yere sahiptirler. Zikir ve tesbıhat dillerinden asla düşmez ve her durumda dua halindedirler. Elbette ki onların da günlük işleri özel hayatları vardır. Ancak bu bahsettiğimiz durumlar onların hayatlarındaki değişmeyen halleridir. Yani onlar tüm işlerini Allah’ın huzurunda rükû ve secdedeymiş gibi ibadet bilinciyle yaparlar.
Bu halleriyle onlar, bu geçici dünya hayatı içerisinde asıl hedef ve gayelerini de ortaya koymuş olurlar. Onların tek bir hedefi vardır; “Allah‘ın lütüf ve rızasını nail olmak”. Yapılan tüm İslami çalışmaların, akıtılan terlerin, çekilen çilelerin, organize edilen programların tek ve asıl amacı Allah’ın rızası ve kulluktur. Ayette bu gaye ön plana çıkarılarak araçların amaç haline gelmemesi gerektiğine de dikkat çekilmektedir.
İslami çalışmalar içerisinde uzun bir müddet bulunan insanları bekleyen en büyük tehlike, sıradanlaşma ve asıl amacı unutma tehlikesidir. Zaman içerisinde yapılan işler günlük rutin ve mekanik faaliyetlere dönüşmemeli, her çalışma sırasında hedef yeniden hazırlanmalı ve niyetler tazelenmelidir.
Allah’ın tevrat ve İncil ‘den sonra Kur’an‘da da kıyamete kadar gelecek tüm müminlere örnek olarak sunduğu son özellik ise davetçilerin samimiyetlerinin ve ihlaslarının dışa vurumu olan simalarında ve alınlarındaki secde izidir.
“Alametleri ise alınlarındaki secde izleridir. “
Bu durum izzet ve şerefin, ciddiyet ve samimiyetin, vakar ve onurun, gece ibadeti ve sürekli zikrin, cihadın hayret verecek şekilde yüz hatlarında belirginleşmesidir.
Davetçi, Bu özelliklere sahip olduğu andan itibaren görüldüğünde Allah’ı hatırlatan adam haline gelir ve yüksek bir mertebe olan Allah “dostum makamına “yükselir. Tıpkı bir sahabenin Hazreti Peygamber’e:
Ey Allah‘ın Resulü! Allah’ın dostları kimlerdir diye sorduğu zaman:
Gördüklerinde insana Allah’ı hatırlatan kimselerdir.
Cevabında Resulullah’ın bahsettiği adam haline dönüşür.
Davetçi yaptığı çalışmaların karşılığını sadece Allah’tan bekleyen adamdır. Desinler, görsünler, bilsinler, sevsinler, ölsünler diye parmağını bile kıpırdatmanın, şirk kadar büyük bir günah olduğu bilinciyle tüm niyetlerini Allah rızasına endeksleyen adamdır. Reklamcılık ve vitrincilik, gösteriş ve abartılı tavırlar onun karakteriyle asla uyuşmaz.
O, daima gizli kahraman olmayı tercih eder. Allah görsün yeter anlayışı temel felsefesidir. Çileleri işlerin tamamı onun sırtından geçer. Ama yapılan iş Allah içinse, çekilen çile ibadettir birinciyle hareket eder. En çok o terler, en çok o yorulur, en çok o eleştirilir; ama en az ona değer verilir. En az o konuşturulur. En az o bilinir. İşte o Allah ‘ın razı olduğu meçhul adamdır.
Bir gün Hazreti Ömer yanında oturanlara;
Ecir yenildin insanın en büyük kimlerdir diye sordu. Onlarda oruçtan, namazdan söz ederek.
Müminlerin emrinden sonra, ecir bakımından falan falan kimseler büyüktür diye cevap verdiler. Hazreti Ömer: kimin büyük olduğunu size söyleyim mi? Dedi. Söyle dediler.
Hz. Ömer:
Attının gemini tutarak İslam ülkesinde mücahitlik yapan, hizmet eden ve canavar mı yiyecek, zehirli bir hayvan mı sokacak, düşman mı yakalayacak diye hiçbir tehlikeyi umursamayan bu meçhul adam var ya, işte o saydığımız kimselerden Müminlerin emrinden daha kat kat üstündür dedi.
Hazreti Ömer’in kendisinden bize faziletli gördü bu meçhul adamlar, davanın yükünü çeken çilekeş Müslümanlardır. Tarih boyunca İslam davası için bu meçhullerin sırtındaki yükselmiştir. Onlar insanlar tarafından pek değerli görülmese de Resulullah’ın dilinden onların duaların asla geri çevrilmeyeceği öğreniyoruz.
Önde de ya da arkada olmak, tanımak ya da tanımamak onlar için önemli değildir. Önemli toplantı ve buluşmalarda, meclislerde bir yerleri de yoktur.
Selam ve Dua ile
Zübeyt BOZKURT