Deniz kenarındayız. Kumun üzerinde oturmuşuz, dostlarla yan yana... Sırtımızda hafif bir meltem, yüzümüzde ay ışığının aydınlığı… Gökyüzünde parlayan dolunay, dalgalarla konuşuyor; kıyıya vuran her yakamoz, insan ruhuna dokunuyor. Şu manzara, bir kartpostalın içine sıkışmış bir huzur gibi. Ama içimde bir huzursuzluk var.

Çünkü manzaranın güzelliğiyle iç dünyamız arasında derin bir uçurum var. Gördüğümüz doğallıkla yaşadığımız yapaylık arasında keskin bir tezat… Ve içimde yankılanan o soru:
Biz Müslümanlar, nereye gidiyoruz?

Tatile çıkabilecek kadar maddi gücü olanlara sordum: “Bu bir hafta ya da on beş gün içinde ne yaparsınız?” Verdikleri cevap yüzeyde memnun ediciydi: “Namazdan başka bir şey yapmayız.”
Ne güzel dedim ilk anda. Ama sonra düşündüm.
O kılınan namaz, gerçekten ruhu da eğiyor mu secdeye?
Yoksa alışkanlıkla tekrar edilen, içi boşalmış bir harekete mi dönüştü her şey?

Bugün birçok Müslüman, İslam'ı bir şekil olarak taşıyor üzerinde. Ama hayatına, kararlarına, alışverişine, tatile, dostluklarına, bakışlarına, hedeflerine İslam ne kadar yön veriyor?

İbadet var ama ihlas yok... Duruş var ama direniş yok... Bilgi var ama teslimiyet yok...
İşte bu yüzden diyorum ki:
Biz İslam’a göre yaşamalıyız, İslam’ı kendimize uydurmaya çalışmamalıyız.
İslam, bizim alışkanlıklarımıza göre şekil alacak bir din değildir. Biz, o hakikatin kalıbına girmeliyiz.

Gelin şu otelin önündeki sahil yoluna bakalım. İki araba geçecek kadar bir genişlikte… Ama insanların geçişi bitmiyor. Su satıcısıyla mısır satıcısının arasından dakikada kaç kişi geçiyor, bir hesap edin. Sanki insanlar bir pazara değil de bir nehir gibi akıyor, suskun ve yorgun.

Bir ilkokul öğrencisiyken bize, Mississippi Nehri’nin debisini hesaplatırlardı. Şimdi ben diyorum ki: Gelin, akşam namazından yatsıya kadar şu yürüyüş yolundan geçen insan debisini hesaplayalım. Ama bu insanlar sadece beden olarak mı akıyorlar, yoksa ruhları da bir yere mi varıyor?

Kaçı o yürüyüşü bir içe dönüşe çeviriyor? Kaçı denize baktığında Allah’ın kudretini hissediyor? Kaçı ay ışığını görünce secdeye kapanma arzusu duyuyor?

Modern tatil anlayışı bize “kendini şımart” diyor. Oysa İslam bize “kendini arındır” diyor.
Ama biz Müslümanlar, ne yazık ki şımartma yolunu seçtik.
Denizle, kumla, sosyal medyada paylaşılan “mutluluk kareleriyle” avutuyoruz nefsimizi. İçimiz boşalıyor, dışımız parlıyor. Kalbimiz susuz, tenimiz güneşli...

Allah’ın nazarı kalplere düşerken, biz gözleri doyurmanın peşindeyiz.
Bu iki çağrı arasında sıkışan bir Müslüman kimliği var bugün. Tıpkı gece ile gündüz arasındaki o loşluk gibi... Ne tamamen karanlıkta, ne de bütünüyle aydınlıkta…

Bugün İslam, ne yazık ki birçok Müslüman için bir aidiyet kartına dönüşmüş durumda. Adını taşıyoruz ama izini takip etmiyoruz. Kimliğimizde “Müslüman” yazıyor ama kalbimizde dünya putları hüküm sürüyor.

Rehavet felakettir!
Bilin ki, bir ümmeti çökerten şey çoğu zaman düşmanları değildir.
Onları çökerten, kendilerinden razı olmalarıdır.
“Biz iyiyiz, biz namaz kılarız, biz elhamdülillah Müslümanız” diyerek gaflet uykusunda ömür geçiren bir toplum, yıkımı kapısında görür de hâlâ uyanmaz.

Şu soruyu artık kendimize sormalıyız:
Allah bizimle mi razı, yoksa biz kendimizden mi razıyız?
Kendi rahatımızı, keyfimizi, konforumuzu ön plana koyduğumuz bir hayat gerçekten Allah’a kulluk mudur?
Tatil planları yaparken Allah’ı nereye koyuyoruz?

Tatilde secde etmek, sadece namaz kılmakla mı sınırlı kalmalı, yoksa o tatilin her anını bir şükür ve tefekkür ile mi değerlendirmeliyiz?

Ay ışığında yürürken, gölgemiz arkamızdan geliyor. Tıpkı nefsimiz gibi…
Ama biz o gölgeye tutunarak yürümemeliyiz.
Asıl ışığa, hakikate, Kur’an’a, Resûlullah’ın sünnetine yönelmeliyiz.

Ey Müslüman kardeşim!
Rehavete kapılma!
Tatildeyim diye gaflete düşme!
Namazı da, takvayı da, kulluğu da “yola çıkmadan önce bıraktığın bavul gibi” arkanda bırakma!

Müslümanlar olarak artık uyanmalıyız.
Tatil bahanesiyle ibadetlerden uzaklaşan değil, tatili bile ibadete çeviren olmalıyız.
İslam’ı tatil yapan değil, tatili İslam’a göre yapan bir bilinçle hareket etmeliyiz.

Çünkü bu dünya bir sahil değil, bir imtihan yeridir.
Her akşam batmakta olan güneş, bir gün bizim de batacağımızı hatırlatır.
Her vuran dalga, ömrün geçiciliğini fısıldar.
Ve her yakamoz, bize gökyüzündeki asıl nurun adresini gösterir.

Artık yönümüzü ayarlamalıyız.
Ay ışığına değil, nur-u Muhammedî’ye
Gölgemize değil, Hakk’ın yoluna

Ve unutmayalım:
Bugün ay ışığında yürüyenler, yarın huzurda hesap verecek.
Hazır mıyız?

Selam ve Dua İle

Zübeyt BOZKURT