İnsan alışverişte belli olur, diye bir söz vardır. Bu sözle, menfaat söz konusu olunca, insanı asıl tabiatını gizleyemediğini, asıl mayasının o zaman ortaya çıktığını anlamak isterler.

Bilindiği üzere peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem peygamberlikten önce ticaretle meşgul olmuş, alınmış, satmış, biriyle ortaklık yapmış, kiraya vermiş, kiralamış, netice itibari ile bütün bu konularda başarılı bir imtihan vermiş, bu sebeple de “ güvenilir insan” anlamında el emin lakabıyla anılmıştır. Peygamber olduktan yıllar sonra karşılaştığı Saib adlı ortağını:

Beni tanımadın mı? Diye sorduğunda, eski ortağı: “senin nasıl tanımam! Ortağım değil miydin? Hem sen ne iyi ortaktın. Aldatmazdın ve insanla çekişmezdin demiştir.

Demek ki bir tüccarın ticaret hayatında ve hele ortağın da en fazla aradığı özellik, birbirini aldatmamak, alırken veya satarken, çekişmemek ve münakaşa etmemektir.

Peygamber efendimiz peygamberlikten sonra, artık ticaret yapmasa da her zaman ticari hayatın içinde olmuştur. Alışveriş yaparken insanların ibret ve örnek alacağı pek çok mükemmel davranışlar ortaya koymuştur.

Hazreti Ayşe (ranh) anlattığına göre Peygamberimiz bir gün bir bedeviden hurma karşılığında kesimlik bir deve satın aldı. Deveyi alırken, evde onun parasını ödeyecek kadar hurma bulunduğunu sanıyordu. Bedevi ile beraber gelip te evde hurma olmadığını anlayınca, dışarı çıkıp ona durumu anlatmaya çalıştı:

“Evde hurma olduğunu zannederek senden deve almıştım. Meğer evde hurma yokmuş” dedi. Buna canı sıkılan bedevi:

“Şu uğradım haksızlığa bak!” Diye söylendi.

Bedevinin bu saygısız tavrı, Peygamberimizin incinmesine gönüller razı olmayan ashabı kiramı pek öfkelendirdi:

“Allah canını alsın be adam! Resulullah hiç haksızlık eder mi? Diye çıkıştılar.

Peygamberler sultanı asabını şöyle teskin etti:

“Bırakın söylesin; zira hak sahibinin konuşma yetkisi vardır.”

Bu olayda Peygamberimizi asıl üzen şey, bedevinin bir haksızlığa uğradığını düşünmüş olmasıydı. Onun gönlünü almak için kendisine tekrar özür beyan etti. Fakat bedevi hiç oralı değildi. Gönüller sultanı, bedevinin gönlünü almaya bir daha teşebbüs edip de adamın buna yanaşmadığını görünce, Ensarı kremden havale binti hakim’den ödünç hurma alarak borcunu fazlasıyla ödedi. Allah’ın Resulü ve Bedevi’nin sevindirdiğini görünce Ashabına dönerek, borçlarını en iyi şekilde ödeyenlerin kıyamet gününde Allah‘ın seçkin kulları olacaklarını söyledi. ( Ahmet bin Hanbel Müsned VI, 269)

Peygamberimiz şahsına karşı yapılan haksızlıkları kolaylıkla bağışlardı. Haklı ve alacaklı olan kimselere son derece mülayim davranır, onların haşin tavırlarını anlayışla karşılardı. Bu olayda görüldüğü üzere muhatabının haklılık payı varsa ona haklı olduğunu özellikle belirtir, gönlünü almaya çalışır ve kendisini asla gücenmezdi. Asabının kendi tarafını tutmalarını, alacağını isteyen kimseye karşı sert ve kırıcı davranmalarını doğru bulmazdı.

Peygamberimizin hayatındaki bu kabil alışveriş olaylarından biri pek hoştur. Bilindiği üzere Allah’ın peygamberi. Eline geçen mali mülkü ihtiyaç sahiplerine hemen dağıtmayı pek severdi. Birazını da bir kenara koyayım, belki lazım olur, diye düşünmezdi. Kendisinden bir şey isteyeni reddetmediği, elinde yoksa birinden borç alıp verdiği içinde borçtan bir türlü kurtulmazdı.

Arz edeceğim olayın kahramanı Yahudi âlimlerinden Zeyd İbni Sane’ ne dir. O günlerde henüz Müslüman olmayan Zeyd, beklenen Peygamber’in özelliklerine dair Tevrat’ta yazılı bilgilerin Hazreti peygamber de bulunup bulunmadığını araştırıyordu.

Bu özelliklerin çoğunu onda görmekle beraber, ikisini henüz tespit edememişti:

Acaba kendisine karşı kaba saba davrananları bağışlıyor muydu?

Kendisine yapılan kabalıklar arttıkça onun hilmi ve hoşgörüsü de o nispette artıyor muydu?

Yine bir gün Zeyd İbni Sane Hazreti Peygamber’in tavırlarını kontrol etmeye karar verdi. Resulullah’ın yanında Hazreti Ali olduğu halde evinden çıkarken görünce peşine takıldı. O sırada bedevi giyimli bir adam peygambere yaklaşarak:

“Ya Rasulullah! Ben falan kabile halkına, Şayet Müslüman olurlarsa, kendilerine Allah’ın bol rızık vereceğini söylemiştim. Onlar da Müslüman oldular. Ne yazık ki kabilelerinde kıtlık baş gösterdi. Adamlar çok zor durumda kaldı.

“Dünyalık ümidiyle Müslüman olan bu adamların, umduklarını bulamayınca tekrar eski dinlerine dönmelerinden korkuyorum. Şayet onlara yardım etmek için bir şeyler göndermek istersen ben götürebilirim” dedi.

Bu konuşmayı dinleyen Zeyd İbni Sane, Hazreti Peygamberi denemek için uygun bir fırsatın çıktığını düşünerek söze girdi:

“Muhammet! Şayet o adamlara yardım etmeyi düşünüyorsan, yapacağımız bir mukavele ile sana borç verebilirim” dedi.

Hazreti peygamber de ondan 80 dinar borç aldı ve gereken yardımı götürmesi için o sahabeye verirken:

“Onları yanına çabuk çek git ve imdatlarına yetiş” buyurdu.

Bir gün Peygamberimiz yanındaki Hazreti Ebu Bekir, Ömer ve bazı Sahabilerle baki mezarlığına bir cenaze götürüyorlardı. Peygamberimiz cenaze namazını kıldırınca Zeyd ona yaklaştı ve mübarek sırtındaki cübbesi var gücüyle çekti.

Onun neden böyle yaptığını henüz anlayamayan Allah’ın Resulü; yere düşen cübbeye, Bir de Zeyd’in asık suratına hayretle bakarken Zeyd tasarladığı şekilde konuşmaya başladı:

“Borcunu ödemeyecek misin, Muhammed? Siz Abdulmuttalip oğulları zaten borçlarınızı” hep geciktirirsiniz dedi. Halbuki peygamberimizin Zeyd’den aldığı borcun vadesi daha dolmamıştı.

Olayı anlatan zeyd diyor ki, Bu sırada dönüp Ömer’e baktım. Göğsünün körük gibi kabarıp indiğini görünce yüreyim ağzıma geldi. Ömer yüzüme sertçe bakarak:

“Ey Allah‘ın düşmanı! Sen bu sözleri Resulullah’a söylüyorsun öyle mi? Ona hem saygısız davranıyor hem de edepsizce konuşuyorsun ha! Onu peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, Şayet Resulullah sana borçlu olmasaydı, kelleni uçururdum” diye bağırdı.

Kendi yanında bir Yahudi’nin Allah Resul’üne hakaret etmesine dayanamayan Hazreti Ömer öfkeden köpürürken efendimiz ona gülümseyerek baktı ve:

“Sakin ol, Ömer! Şu anda hem ben hem de bu zat senden daha farklı bir davranış beklemekteyiz. Sen bana borcumu güzel bir şekilde ödememi, ona da alacağını daha uygun bir dille istemesini tavsiye etmeliydin. Gerçi borcun vadesinin dolmasına daha üç gün var ama, hadi sen kalk, ona borcumuzu öde. Kendisini korkuttuğun için de bir Ölçek fazla ver” buyurdu.

Zeyd alacağını fazlasıyla tahsil ettikten sonra Hazreti Ömer’le sohbete başladı:

Beni tanıyor musun, Ömer?

Hayır, tanımıyorum, kimsin?

Zeyd İbni Sane’yim.

Şu Yahudi alim olan mı?

Evet, o.

Peki Resulullah’a karşı niye böyle davrandın? O Acayip sözleri niçin söyledin?

Bak Ömer! Resulullah’ın yüzüne her baktığımda, Peygamberlik alâmetlerinin tamamını ondan geliyordum. Fakat onda bulunması gereken iki özelliğe sahip olup olmadığını bugüne kadar anlayamamıştım.

Acaba kendisine karşı kaba davrananları bağışlıyor muydu? Kendisine yapılan kabalıklar arttıkça, hoşgörüsü de onu nispette artıyor muydu? İşte bugün ben onu denedim ve kendisinin beklenen peygamber olduğunu anladım. Allah’ı Rab, İslami din, Muhammed’i Peygamber olarak kabul ettiğime, Malımın yarısını da ümmeti Muhammed’e sadaka olarak başladığıma şahit ol.

Zeydi’n Müslüman olmasına sevinen Hazreti Ömer onu uyardı:

“Malını bütün Müslümanlara yetiştirmezsin. Bari bazılarına bağışladığını söyle” dedi.

Zeyd onu doğruladı:

Haklısın, Malımın yarısını bazı Müslümanlara bağışlıyorum.

Sonra beraberce kalkıp Resulullah’ın huzuruna gittiler. İçeri girer girmez Zeyd Kelime i şahadet getirerek Müslüman oldu. Daha sonraki günlerde birçok savaştan Allah’ın Resulü ile birlikte düşmanlara karşı kılıç salladı.

Kimilerinin, Bu olayda görüldüğü gibi, Peygamberimizi öfkelendirmek için özel çaba harcaması, kimilerinin de, bazı bedevilerde görüldüğü üzere, tabiatındaki katılık ve kabalık sebebiyle onu incitmesi, Peygamberimizin tavrını hiçbir şekilde değiştirmemiştir.

Burada başımızı ellerimizin arasına alarak ve kendimizi Peygamberimizi yerine koyarak, böyle olaylar karşısında ben ne yapardım, diye düşünelim.

Selam ve Dua ile

Zübeyt BOZKURT