İnsan Olmak mı İnsan Olabilmek mi?

Bir canlı olmasının ötesinde insan kavramı tam olarak neyin karşılığıdır acaba?

Sadece fizyolojik, anatomik ve morfolojik benzerlikler insan olmak için yeterli midir?

İnsan mıdır kendisini kontrol eden yoksa çevresi midir insanı yönlendiren ve şekil veren?

İnsanın ruhunu besleyen değerleri dikkate almadan da herkese insan diyebilir miyiz?

Belki de insanı bölümlere ayırarak tanımlamak mıdır doğru olan?

Örneğin fizyolojik ve anatomik olarak muhteşem bir makinedir insan. Kusursuz tasarıma sahip olan ve ömür boyu kullanma garantili parçalardan oluşan.

Genetik olarak bünyesinde milyonlarca gen barındıran ve nesiller boyunca özelliklerini kalıtım yoluyla aktarabilen bir canlıdır insan.

Ve yine insan psikolojik olarak hissedebilen ve düşünebilen bir varlıktır.

Sosyolojik olarak insan Twain’in de dediği gibi  “bir bukalemundur; doğası gereği bulunduğu yerin rengini alır” .

Belki de “Size üstün insanı öğretiyorum. İnsan aşılması gereken bir şeydir. Onu aşmak için ne yaptınız? diye soran F.Nietzsche’nin ifade ettiği gibi kendini aşarak “üstinsan”a ulaşması gereken bir varlıktır insan.

Yüzyıllardır düşünürler insanları belli kalıplara sokarak tanımlamak istemişlerdir. Ancak insanın sürekli değişen yapısı tüm tanımların öznellikten öteye geçememesine sebep olmuştur.

İnsan çevrenin de etkisiyle yıllar boyunca maddi ve manevi boyutları arasında geçişler yaşamıştır.

Teknolojik devrime kadar manevi yönü ağır basan insanın bu devrimden sonra makineleşme yönü artmış ve duygusal eğilimleri azalmıştır.

Ahlaki öğretilerin yerini ticari öğretiler almış, insanı kazanca götüren her yol mubah sayılmıştır.

Maddiyatın getirdiği güç ve hırs insanın maneviyatında muazzam bir dönüşüme sebep olmuştur.

İnsan tanımlarında farklılık olsa da hemfikir olunan tek husus ise insanın tek başına hareket eden bir varlık olmadığıdır.

Haklı olarak bukalemuna benzetilen insan, genetik hammaddesi ne olursa olsun çevrenin etkisiyle şekillenmektedir.

Haliyle insan; genetik yapısı ile ilk çevresi olan ailesi, okulu ve arkadaşlarının ortalaması olarak da tanımlanabilir.

O halde insan tek başına var olabilen bir varlık değildir. İnsanlar, hayatlarının kesiştiği insanlardan iyi ya da kötü izler taşımaktadır. Ahlakı güzelliklerle bezenmiş insanlar ruhu güzelliklerle dolu insanların eseridir.

Özetle doğru insan yetiştirmek doğru insan olmaktan geçmektedir.

Peki, günümüzde insana benzeyen ancak hiçbir insani değer taşımayan varlıkları hangi kategoriye koymak gerekiyor?

İnsanlar mı yoksa insan görünümlü varlıklar mı?

Ahlaktan, vicdandan, merhametten, saygıdan nasiplenmemiş bu varlıkların toplumda çoğalmasından kimi sorumlu tutmak lazım?

Bazen hayvandan dahi aşağı davranan bu varlıklar gerçekten insan olarak tanımlanmalı mıdır acaba?

İşin ilginci bu insanların anormal hızlı bir şekilde çoğalması, sanki bulaşıcı hastalık misali…

Bu insanlar;

Dürüstlük dururken yalana daha meyilli, çalışmak dururken tembelliğe ya da haksız kazanca daha meyilli, edep dururken edepsizliğe daha meyilli, sükûnet dururken şiddete daha meyilli, kibarlık dururken kabalığa daha meyilli kısaca ahlak dururken ahlaksızlığa daha meyilliler.

Acaba insanlar mı fıtraten değişmeye başladı yoksa değişen çevresel koşullara uyum sağlama nedeniyle mi insanlar farklılaşıyor?

Bu iki sorunun cevabı iç içe geçmiş durumda yani her iki sebepte insanlarda bozulmaya sebep olmaktadır.

Burada ne ailelerin, ne eğitimcilerin ne de toplumun suçu bir başkasına yükleme hakkı yoktur.

Bu varlıklar hepimizin yanlışlarının ürünü.

Çocuklarımızda önemsiz gördüğümüz yanlışlar çocuklar büyüyünce geri dönülemez hatalara sebep oluyor.

Bizler yalan söylediğimiz için çocuklarımız da yalan söylüyor.

Bizler helal kazançlarımıza haram kattığımız için çocuklarımıza haram bu kadar tatlı geliyor.

Bizler riyakâr olduğumuz için çocuklarımız yanımızda başka dışarıda başka davranıyorlar.

Bizler inancımızı Allah ile aramızda sır gibi sakladığımız için çocuklarımız inanç yoksunu yetişiyor.

Bizler çocuklarımıza sevgisiz olduğumuz için onlar da bizlere acımasız davranıyor.

Bizler çocuklarımıza vakit ayırmadığımız için onlar da her fırsatta bizlerden kaçıyor.

Acımasızlığı, hoşgörüsüzlüğü, dedikoduyu kısaca her türlü ahlak dışı davranışı bizlerden öğreniyorlar.

Lütfen yüzleşelim artık kendimizle, bizler mükemmel insanlarken mi çocuklarımız yanlış yollara sapıyorlar?

Bir insan doğuştan ahlaksız olamayacağına göre onu yetişkin bir ahlaksız yapıncaya kadar herkes bu suçta ortaktır.

O zaman bu suçu da birlikte ortadan kaldırmamız gerekir. Herkes temizliğe kendi kapısının önünden başlamalıdır. Kendi kapımızı görmeyip komşu kapılarıyla ilgilenirsek korkarım ki daha kötü zamanlarla ve insanlarla da karşılaşmamız mümkündür.

Yazıma bilgece bakışı anlatan farsça bir dörtlükle son vermek isterim;

“O ki, bilmiyor ama biliyor bilmediği; çocuktur, onu eğitin, yetiştirin.

O ki, bilmiyor ama bilmiyor bilmediğini; cahildir, ondan uzak durun.

O ki biliyor ama bilmiyor bildiğini belki uykudadır, onu uyandırın.

O ki biliyor ama biliyor bildiğini, bilge kişidir, onu izleyin.