Son günlerin en popüler tartışması şüphesiz “Öğretmenlere Mülakat” konusu.
Cumhurbaşkanımızın seçim öncesinde vermiş olduğu mülakatları kaldıracağız sözü dururken, Bakanımızın -mülakatları mülakat gibi yapacağız- ifadesi öğretmenleri fazlasıyla germiş durumda.
Bazıları öğretmenlerin kolayı seçtiğini ve mülakatlardan kaçtığını düşünürken öğretmenler ise mülakatın liyakati öldüreceğini ve torpil gibi yollarla haklarının yeneceğini düşünüyor.
Özel okullara girerken çok sayıda mülakattan geçen, ders anlatımlarına giren öğretmenlerin mülakattan korktuğu fikri açıkçası bana inandırıcı gelmiyor.
Özel okulların mülakatlarına evet diyen öğretmenler neden devletin mülakatına ısrarla karşı çıkıyor?
Gerek geçmiş mülakat ve torpil örnekleri gerekse öğretmenlerin mülakat aşamasına gelinceye kadar geçmiş oldukları çok sayıda sınav öğretmenlerin bu konuda dinlenilmesini gerekli kılıyor.
Konuyu hangi açıdan ele alırsak alalım uygulamadaki hatalar mülakatın hakkaniyetine gölge düşürmektedir.
Peki, nedir bu uygulamadaki hatalar?
Hiçbir meslek grubunda göremeyeceğimiz şekilde Ders Ücretli, Sözleşmeli ve Kadrolu olarak görevlendirilen insanlar öğretmenler.
Üstelik zor durumlarda tüm farklı alan mezunlarının da yapabildiği bir meslek öğretmenlik.
Yeterli personel olmasa dahi hukuk mezunu olmayan birine hâkimlik yaptırılmıyorken, tıp mezunu olmayan birinin doktorluk yetkisi yokken maliyecilerin, iktisatçıların, işletmecilerin çok rahat eğitimci olarak görevlendirilmesi öğretmenlik mesleğinin itibarını aşağıya çekmektedir.
Ayrıca çok manidar bir soru sormak isterim herkese?
Acaba kaç veli çocuğunun dersine giren ve öğretmenim dediği kişinin maliye mezunu olduğunu biliyor veya bilseydi çocuğunu aynı öğretmende!! okutmaya devam etmek isterdi.
Peki devlete atanamamış, özelde iş bulamamış yüzbinlerce mezun öğretmen neden “Ders Ücretli Öğretmenlik” denilen bu alana başvuruda bulunmuyor da maliyeciler iktisatçılar atanıyor?
Cevap çok basit, bu insanların asgari ücretin altında maaş alması.
Bir market çalışanı 11.500TL maaş alırken üniversite mezunu öğretmene 7-8 bin lira verirsek elbette ücretli öğretmenliğe başvurmaz.
Yeterli başvuru da olmayınca farklı lisans mezunu arkadaşlar okullarda görev almaya başlar.
Bu insanların okuttuğu çocuklar kayıp nesil olarak görülmüyorken eğitim fakültesi çıkışlı insanların defalarca farklı sınavlarla ölçülmeye çalışılması tüm samimiyetini kaybediyor bu noktada.
Öğretmen yetiştirmek üzere açılmış olan eğitim fakültesi mezunlarıyla, akademisyen ve uzman yetiştirmesi için açılmış Fen-Edebiyat fakültesi mezunlarının, farklı alan mezunlarıyla beraber aynı potada eritilmeye çalışılması öğretmenlik mesleğini tartışmaya açmaktadır.
Toplum olarak kime öğretmen demeliyiz, gerçek öğretmen kimdir acaba?
Cevap ortada elbette, öğretmen yetiştirmek için açılmış EĞİTİM FAKÜLTESİ mezunları gerçek öğretmenlerdir.
Peki Fen-Edebiyat Fakültesi çıkışlı olanlar atanma taleplerinde haksızlar mı?
Elbette hayır,
Formasyonlarını aldılar, sınavlardan geçtiler ve devletin onlara verdiği haktan yararlanarak atanmak istiyorlar.
Yanlış olan ise Akademisyen-Uzman yetiştirmek üzere açılmış olan Fen Fakültesi çıkışlı arkadaşlarımızın da formasyonlar yoluyla öğretmenliğe kaydırılmak istenmesi.
Ya herkes mezun olduğu alanın işini yapmalı ya da toplumda bu mezunlara ihtiyaç yoksa toplumun ihtiyacı olan meslek alanlarının üniversite kapasiteleri arttırılmalıdır.
Gelelim öğretmen olmak için girilen sınavların mahiyetine.
Öncelikle tüm öğretmen adaylarının Matematik, Türkçe, Tarih, Coğrafya gibi alanlardan toplamda 120 sorudan oluşan KPSS sınavına girmesi gerekmektedir.
Oldukça uzmanlık isteyen genel yetenek ve genel kültür sınavından başarılı olmanız öğretmen olabilmenizin birinci koşuludur. Ardından girilen Eğitim Bilimleri sınavı ile Öğrenme Psikolojisi, Gelişim Psikolojisi, Ölçme Değerlendirme, Rehberlik gibi alanlardan 80 soruluk bir sınavı daha başarıyla geçmeniz gerekmektedir.
Henüz bitmedi, ayrıca Fizik, Kimya, Biyoloji, Matematik, Okul Öncesi gibi 18 farklı alan öğretmenliği için ÖABT denilen ve alanınızla ilgili bilgi yeterliliğinizi ölçen, hiçte kolay olamayan başka bir sınavı daha geçmelisiniz.
Ve işte tüm bu sınavlardan başarılı olursanız öğretmen olarak atanabiliyorsunuz.
İşi uzatmadan özetlersek şuan atanan bir öğretmen, genel yeteneğinden genel kültürüne, eğitim bilimlerinden alanına kadar tüm alanlarda ölçülmüş bir öğretmendir.
Ve üstelik eğitim hayatında gerçekleştirdiği stajlarıyla da iletişim becerisi ölçülmüş, sınavlarını başarıyla vermiş, diplomasını almış öğretmendir.
Şimdi bizler çıkıp tüm bunları görmezden gelerek;
-Yine de yetmez, ben seni bir de 45 dakikalık bir mülakatta görmek istiyorum derseniz bu hiç adil bir yaklaşım olmayacaktır.
İletişim becerisi, problem çözme ve ders anlatma becerisi gibi konulara dayandırılmaya çalışılan mülakat gerekçesi öğretmenlik stajlarıyla geçilen bir husustur.
Akademik bilgi ise KPSS ve ÖABT ile ispatlanan hususlardır.
45 dakikalık bir sürede rastgele gelecek bir konuyu öğrencisiz bir ortamda anlatmaya çalışmak adaletli bir ölçüm olmayacaktır. Heyecan, kaygı, stres gibi durumlar ÖABT’si en yüksek adayların bile başarısız olmasına sebep olabilecektir. Ayrıca öğretmenlikte esas olan derse ön hazırlık yaparak girmektir, hiç kimse dört yılın müfredatını ezber bilmek zorunda değildir diye de düşünüyorum.
Bakanlık şuan aktif görev yapan 1 milyonun üzerinde öğretmene aynı ölçme yönetimini uyguladığında eminim öğretmenlerin en az yarısı bu mülakatta istenilen performansı sergileyemeyecektir.
Dolayısıyla yeteri kadar sınavlardan geçmiş olan öğretmenlerimizin akademik bilgilerinin yeniden ölçülmesini doğru bulmuyorum.
Aşağıda sıraladığım önerilere benzer uygulamalar hayata geçmediği sürece, konu anlatımlarının olmayacağı, KPSS puanının en az %85 oranında etkili olacağı, öğretmenimizin kendini ve mesleğiyle ilgili hedeflerini rahatça ifade edebileceği 5-10 dakikalık mülakatları doğru bulmakla beraber Cumhurbaşkanımızın vermiş olduğu sözün de unutulmaması gerektiğini düşünüyorum.
Sayın Bakanımızın oldukça samimi bulduğum -farklı düşüncesi olan bizlere sunarak katkıda bulunabilir- önerisine istinaden 25 yıllık bir eğitimci olarak naçizane şunları ifade edebilirim.
-Eğer mülakat yapacaksak ya fakülteye girişte ya da mezun olmadan önce yapmalıyız. Yani herkesin öğretmen olmasına izin vermemeliyiz.
-İletişim becerisi güçlü öğretmenler istiyorsak stajlara daha fazla önem vermeli, staj sürelerini uzatmalıyız.
-Herkese öğretmenlik yetkisi vermemeli, sadece ve sadece eğitim fakültelerinden mezun olanları öğretmen olarak atamalıyız.
-Öğretmen motivasyonlarını arttırmak amacıyla sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik denilen uygulamaları kaldırmalı, derse girme yetkinliği verdiğimiz herkesi kadrolu öğretmen yapmalıyız.
-Öğretmenliği idealistlerin mesleğine dönüştürmeli, YKS için eğitim fakültelerinin puanlarını arttırmalıyız.
Tüm bunlar birkaç ayda değişmeyecektir ancak adım adım değiştirmeye çalışırsak gelecek nesillerin daha kaliteli öğretmenlerle bir araya gelmesini sağlayabiliriz.