Son günlerde ülkemizde yaşanan bir takım kan donduran hadiselerin merkezinde gençlerimizin yer alması toplumu derinden sarstı.
Güzelliklerle özdeşleşen gençlik olgusunun cinayet, vahşet gibi insanlık dışı olaylarla anılması herkesin ruh dünyasını yaraladı.
Gençlik gibi ülkelerin gücüne güç katan bir enerjinin karanlık bir dünyaya çekilmesi zihinleri düşünmeye sevk etti.
Korku ve panik duygusu toplumun tüm kesimlerine yayıldı.
Çocuklarımızın güvenliği noktasında muazzam bir endişe kapladı insanları.
Anlıyorum da insanlardaki bu korkuyu.
Ortada büyük bir sorunun olduğu aşikâr.
Her konuda olduğu gibi bu soruna da ideolojik yaklaşanlar mevcut.
Ancak bilmeliler ki yanlış kafadalar.
Çünkü bu sorun toplumun her kesiminde mevcut.
Yanlış bir ideoloji varsa herkeste var.
Bu gençleri bir şeyler zehirliyorsa herkes suçlu.
Gençler yaşamdan kopmayı bu kadar kolay göze alabiliyorsa hepimiz yüzünden.
Kendileri giderken başkalarını da hayattan koparma planları yapabiliyorlarsa bu vahşette herkesin parmağı var.
Küçücük çocuklara dahi zarar verme düşünülebiliyorsa bu merhametsizliğe hepimiz ortağız.
Üstelik bu felaket zinciri her şey mükemmel giderken bir anda da gerçekleşmedi.
Gözden kaçırdığımız şeyler çığ olup önümüze düşünce görmeye başladık büyük pencereyi.
Yıllardır ağır ama emin adımlarla gelen bir felaketin kapısını araladığımızı şimdi fark ettik.
“Her koyun kendi bacağından asılır” düsturuyla yetiştirilen bizler bu öğretinin yanlışlığıyla yüzleşiyoruz şuan.
Kendi bacağından asılması gereken koyunların bir kurt misali evlatlarımızı da bataklıklarına sürüklemesiyle yeni yeni anlamlandırıyoruz yaşananları.
Eğitim sisteminden güvenlik sistemimize, adalet anlayışımızdan aile yapımıza, zararlı alışkanlıklardan çeşitli sosyal mecralara kadar geniş bir yelpazenin bu sorunda etken olduğu muhakkaktır.
Tüm bu faktörler kendi içinde puanlanabilir.
Hangisi daha etken tartışması da yapılabilir.
Ancak benim nazarımda bir çocuğun yetişmesinde en büyük paya sahip aile faktörü diğerlerine nazaran daha ağır basıyor.
Üreme yeteneğini aile kurmanın öncül koşulu gören zihniyete bakıyorum.
Henüz kendisi çocuk ebeveynlerin dünyaya getirdiği çocukların yetişmesine bakıyorum.
Yetiştirme olgusunun dikkate alınmadığı sadece doğurma odaklı aile planlamasına bakıyorum.
Mantığın hiçe sayıldığı, aşkın ve nefsi duyguların körüklemesiyle teşekkül eden evliliklere bakıyorum.
Eğitimden koparılarak henüz gözü açılmadan baş göz edilmek istenen gençlere bakıyorum.
Sırf sofradan bir boğaz eksilsin diye tek kriter aranmaksızın evliliğe zorlanan kızlarımıza bakıyorum.
Ortada insana değer veren bir anlayış göremiyorum.
Sevgi, saygı ve değer yargılarıyla teşekkül ettirilmiş aileler göremiyorum.
Yıllardır adım adım felaket sürüklenen “ aile “ kavramının yok edilişini izliyorum sadece.
Bizleri kökenlerimize sıkı sıkıya başlayan aile birliğimiz sarsılıyor.
Toplumun iç dinamikleriyle oynamanın sonuçlarını seyrediyoruz şuan.
Bazı faktörlerin etkisiyle hızı arttırılmış bir yıkıma tanık oluyoruz.
Bu faktörlerin başına da kendisi sahibinden akıllı! cep telefonlarını koyuyorum maalesef.
Telefonu akıllı olunca kendi aklından tasarruf yapan ebeveynleri kastediyorum tabi.
Toplumdan ve gerçek yaşamadan izole edilen bu geçlerimize bir bakın lütfen.
Hepsi ailelerinin sorumsuzluğu altında ezilmiş.
Hepsi kontrolsüz özgürlükler dünyasında yön bulamamış.
Hepsi sevgisiz ve değersiz.
Kırklı yaşlarından sonra keşfettikleri nefsi duygularının peşlerinde koşan ebeveynlerin yetiştirdiği gençler bunlar.
Mantar gibi türeyen gündüz kuşaklarında, her türlü rezilliğin sıradanlaştırıldığı program figürlerinin eserleri bu çocuklar.
İnternet gibi dünyayı evimize sığdıran bir teknolojiyi bilgi aramaktansa karşı cinsi aramak için kullananların yetiştirdiği bir nesil var karşımızda.
“Kendi hayatım”, “istediğimi yapmakta özgürüm”, “kimseye hesap vermem” gibi gerek manevi değerlerimizle gerekse Türk aile yapımızla özdeşleşmeyen olguların ilmek ilmek örüldüğü beyinler sahnede artık.
Bu menfi devrim öyle sinsi ve sabırla gerçekleşti ki emimim çoğumuz bu kadarını tahmin edemedik.
Ancak yine de anlamadığım nokta şu;
Farklı olarak ne bekleyebilirdik ki?
Kontrolsüz bir gücü her eve ve hatta her evdeki her bireye SINIRSIZ ve KONTROLSÜZ sunarsanız sonuç farklı olarak ne olabilirdi ki?
Cep telefonu, internet gibi teknolojik imkânlar eğitim amacından uzaklaştırılarak bir eğlence ve kaçamak aracı gibi sunulmadı mı insanlarımıza.
Akıllı telefonlardaki uygulamaların çoğu da bu amaca hizmet etmedi mi üstelik.
Anne babalar ikinci baharlarını yaşamadılar mı bu sayede.
Çocuklarını unutturacak derecede yeni yeni heyecanlar peşinde koşturmadılar mı onları.
Ebeveynler filtreli dünyalarında yeni hazlar keşfetmekle meşgulken savunmasız kalan gençlerimiz için hangi planlar mı devreye sokuldu?
Öncelikle hedeflerinden vazgeçirerek eğitimle olan bağlarını kopardılar.
Ailelerinden görmedikleri sevgisizliği beyinlerini uyuşturarak unutturdular.
Evinde yok sayılanı, yalanla, hırsızlıkla, dolandırıcılıkla ve hatta cinayetle var etmeye çalıştılar.
Bizlerin kucak açmadığı gençlerimizi farklı farklı ideolojiler özlemle düşürdüler ağlarına.
Genç beyinleri insanlık değerlerine ters düşecek, insanı hayvandan daha aşağıya çekecek musibetlerle zehirlediler.
Ve gelinen noktada;
İnandığım bir gerçekle yeniden yüzleştim.
Aile kavramı ve çocuk asla boşluk kabul etmez.
Çocuklarımıza sahip çıkmalıyız.
Sevgiyi, saygıyı, merhameti bizler öğretmeliyiz çocuklarımıza.
Bizler hissettirmeliyiz onlara değerli olduklarını.
Aile eğitimi için toplumsal seferberlik başlatmalıyız.
Teknolojiye karşı güvenlik mevzusunu devlet politikası olarak benimsemeliyiz.
Unutmayalım ki;
Bizlerin veremediklerini vermek için can atan bir dünya var dışarıda.
Bizden fazlasını vermek için can atan hem de.
Evlerimizde kurt olarak yetiştirebileceklerimizi kuzu olarak önlerine yem ettiklerimiz bunlar.
Ya aklımızı başımıza alıp çocuklarımıza ve ailelerimize sahip çıkacağız ya da yeni sahte heyecanlar peşinde geleceğimizi ziyan edeceğiz.