Diğer bir ifadeyle, Yaşadığını hissetmeyen çocuklar.

İlginç geliyor değil mi tüm hücrelerimize hayat veren bir olguya karşı hissiyatsızlık.

Yaşamla var olan insanoğlunun varlık sebebini unutması,

Belki de unutturulması.

Hangi pencereden bakarsak bakalım cismen hayatta var olan ancak ruhen bizimle aynı havayı solumayan bir nesille karşı karşıyayız.

Sürekli çeşitli sembollerle tanım getirmeye çalıştığımız bir nesil.

Belki de işin ucu bize dokunacak diye tanımlayamamak için özel çaba sarf ettiğimiz bir nesil.

VAR olanı bilen ancak YOK ile hiç tanışmamış bir nesil.

VAR olanın önlerine hazır geldiği YOK için hiç mücadele etmemiş bir nesil.

YOK’u göremediği için YOK’a karşı hiçbir duygu taşımayan bir nesil.

Hayatlarındaki fazlalıkların yoğunluğundan eksikliklerin yokluğunu hissedemeyen bir nesil.

Fazlaca VAR olanların ruhlardaki duyguları YOK ettiği bir nesil.

Mücadelenin hırsıyla, azmin zaferiyle, başarmanın gururuyla tanışamamış bir nesil.

Hayat su gibi akıp giderken kendi yaşamlarının misafirleri olmuş bir nesil.

Ve hatta iş işten geçtikten sonra bizleri kendimizle yüzleştiren bir nesil.

Peki, nedir bu sahip oldukları VAR’ların gücüne karşın hala hayatta VAR olamayan çocuklarımızın sırrı?

Neden gençlerimiz çevrelerine karşı bu kadar duygusuzlar?

İşte bu noktada hayat, kendimizle yüzleşmek dışında başka çözüm sunmuyor bizlere.

Geçmişimizin yorumuyla zihnimizin daha çok bilinmeyenine ışık tutuyor üstelik.

Bu yüzleşme sayesinden dönebiliyoruz hatalarımızı ilmek ilmek ördüğümüz o günlere;

Hani gerekli gereksiz her şeyi koşulsuzca çocuklarımızın önlerine yığdığımız o günlere,

Varlığı öğrenip yokluğu öğrenmekten men edilen çocuklarımızın zamanlarına…

Evlatlarımızın bir dediğini iki etmediğimiz, hizmetkârları olduğumuz günlere,

Hizmeti bilip hürmeti öğrenememiş çocuklarımızın zamanlarına…

Evi dağıtır, eşyaları kırar, kendi beceremez diye tüm işleri biz büyüklerin yaptığı günlere,

Tembelliği öğrenip çalışkanlığı, düzeni, sorumluluk almayı bilememiş çocuklarımızın zamanlarına…

Hani yesin diye tabak elimizde çocuklarımızın peşlerinden koşturduğumuz günler var ya,

İşte tokluğu bilip açlığı hissedememiş çocuklarımızın zamanlarına…

Biz büyükler soğuktan donarken çocuklarımızın en kaliteli giysileri giydiği o günlere,

Sıcağı hissedip soğuk kavramıyla, üşümenin zorluğuyla tanışamamış çocuklarımızın zamanlarına…

Büyüklerin sustuğu, küçüklerin yerli yersiz konuşmalarının maharet sayıldığı günlere,

Konuşmayı bilmiş ancak susmanın ne büyük erdem olduğunu kaçırmış çocuklarımızın zamanlarına.

Okul yollarında çocuğun eşyalarının anneanne, babaannelerce taşındığı günlere,

Rahatlığı görüp acıma ve merhamet duygularını yüreğinde hissedememiş çocuklarımızın zamanlarına…

Ve daha nice örneklerin zamanlarına…

Sadece var olanı bilip yok olanı hissettirmediğimiz çocuklarımızın zamanlarına…

Hâlbuki bizler öğrenmiştik;

Hayatın artı ve eksileriyle güzel olduğunu,

Her negatifin bir pozitifi anlamlı kıldığını,

Ölümün acısıyla yaşamanın kıymetini,

Ayrılığın hüznünün kavuşmaları özel yaptığını,

Açlığı çekenin yediği nimete şükrettiğini,

Parasızlığı yaşayanın kazanmak için daha çok çaba sarf ettiğini,

Hastalığın cefasını çekenin sağlığını kaybetmemek için daha itinalı davrandığını.

Öyle bir hayat düzeni kurmaya çalıştık ki çocuklarımız için;

Sadece ve sadece var olanlardan ibaret.

VAR’ı bilen, YOK’tan bihaber.

Niyetler halis iken çocuklarımıza verdiğimiz zararı göremedik.

Eksileri hayatlarından çekerken yaşamı hissetmelerine de mani olduğumuzu fark edemedik.

Sadece artılarla yaşamda denge durmalarını engelledik.

Gelinen noktada başarılı olamadığımız gerçeğiyle de yüzleştik maalesef.

Artık bizlere düşen görev;

Çocuklarımızın yaşayacakları zorluklarla, yaşamayı ümit ettikleri güzelliklerin buluşması için çaba sarf etmektir.

Bu sayede gerek yaşamın gerekse bizlerin değeri artacaktır gözlerinde.

Bu fırsatı ellerinden almayalım,

Bırakalım bizlerin soluduğu hayatta onlar da nefes alıp versinler.