2025 yılı, İslam coğrafyası için yalnızca yeni bir takvim değil; aynı zamanda eski bir imtihanın yeniden önümüze konulmasıdır. Bu imtihanın adı Filistin’dir, Kudüs’tür, Mescid-i Aksa’dır. Ne yazık ki bugün Körfez ülkelerinde şekillenen yeni siyasi dengeler, bu davayı omuzlamak yerine unutturma çabasına girmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nin Körfez’e yönelik artan ilgisi, bölgedeki Müslüman yönetimlerin siyonist işgalcilerle aynı hizaya düşmesi, ümmet adına derin bir kırılmanın göstergesidir.

ABD Başkanı Donald Trump’ın Körfez ülkeleriyle geliştirdiği yeni stratejik ilişkiler; yüzeyde “terörle mücadele” ve “bölgesel istikrar” olarak lanse edilse de, gerçekte İsrail’in güvenliği ve İran’a karşı yeni bir cephe oluşturulması amacını taşımaktadır. Yapılan milyarlarca dolarlık silah anlaşmaları, askeri üs planlamaları ve diplomatik temaslar, Körfez’de çıkar odaklı bir düzenin tesis edildiğini açıkça göstermektedir.

Bu gelişmeler yalnızca siyasi tercihler değil, aynı zamanda imanî bir sapma, ümmetin asli davasına karşı işlenmiş bir vebaldir. Kur’an-ı Kerim, bu konuda apaçık uyarıda bulunur:

“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır.” (Maide, 5/51)

“Onlar sizi bırakıp da dostlar mı ediniyorlar? Oysa onların ne bir yetkisi ne de bir güçleri vardır. Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Al-i İmran, 3/86)

Bugün birçok Müslüman ülke, Kudüs’te ezanlar susturulurken, Mescid-i Aksa çiğnenirken siyonistlere dostluk elini uzatmakta ve onların planlarına ortaklık etmekte hiçbir sakınca görmemektedir. Gazze’de yıkılan evler, yetim kalan çocuklar, şehit edilen kadın ve gençler gündemlerinde yer almıyor. Onların gündeminde enerji anlaşmaları, Batı bankaları, silah protokolleri ve prestijli zirveler var.

Kudüs, sadece Filistin’in değil, bütün ümmetin kalbidir. Kudüs düşerse, Mekke ve Medine de yalnız kalır. Zira düşman dışarıdan değil; içimizdeki gafletten sızar. Körfez’in yöneticileri, kendi tahtlarını korumak adına Kudüs’ü pazarlık masasına koymaktan çekinmemektedir. Mescid-i Aksa’nın gölgesinde süren suskunluk, siyonist projelere gönüllü figüranlık yapmaktır.

Bugün Gazze’de çocuklar toprağa düşerken, Riyad’da, Abu Dabi’de işgalcilere “stratejik ortak” denilmesi, ne siyasetle ne vicdanla izah edilebilir. Bu bir ihanettir. Ve bu ihanet ümmetin vicdanında çoktan mahkûm edilmiştir. Nitekim Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur:

“Her kim bir zalime yardım ederse, Allah onu cehenneme atar.” (Taberani)

O halde bugün siyonist rejime yardım eden, onunla ortaklık kuran ve mazlumu terk edenlerin akıbeti bellidir. Dün Firavun’un sarayında büyüyen Musa, zulme karşı kıyam etti. Bugün saraylarda oturanlar, Firavunlaşmış zihniyetle saf tutmaktadır.

Ne acıdır ki, Körfez’deki sessizlik sadece yönetimlere ait değildir. Halklar da medya manipülasyonları ve korku politikalarıyla susturulmuştur. Oysa suskunluk, zalime verilmiş en büyük destektir. Mümin, kardeşinin acısına duyarsız kaldığında, ümmetin birliğinden de rahmetinden de uzaklaşır. Efendimiz buyurur:

“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez.”(Buhari) 

Körfez’de kurulan bu yeni düzen, Müslümanı düşmana teslim eden bir düzendir. Bu sistemin adı barış değil; ihanettir. Bu denge, adaletin değil; zulmün dengesidir. Kudüs unutulmuş, menfaatler hatırlanmıştır. Ancak biz biliyoruz ki:

“Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini göreceklerdir.”
(Şuara, 26/227)

“Allah nurunu tamamlayacaktır, kâfirler istemese de...” (Saf, 61/8)

Bugün Körfez’de kurulan denge, dünya güçlerinin menfaatine göre şekilleniyor olabilir. Ama Müslümanların gönlünde Filistin hâlâ diri, Kudüs hâlâ kutsaldır. Birleşmiş Milletler, Arap Birliği, Körfez İşbirliği Konseyi unutsa da, bu ümmet unutmaz. Çünkü bu dava sadece bir coğrafya değil, imanımızın sınavıdır. Ve biz bu sınavda susmayacağız, unutturulmak isteneni haykıracağız. Kudüs için, ümmet için, adalet için…

            Selam ve Dua ile,

            Zübeyt BOZKURT