Tarih 27 Mayıs 1960. Türkiye’nin demokrasi yolculuğunda kara bir lekedir bu tarih. Sadece bir hükümetin devrildiği değil, milletin iradesinin tankların paletleri altında ezildiği gündür. Adnan Menderes’in ve arkadaşlarının idam sehpasına yürüyüşü, aslında bu milletin inançlarına, tarihine ve değerlerine yürütülen bir saldırının simgesidir.

Adnan Menderes, Cumhuriyet döneminde uzun yıllar boyunca görmezden gelinen, hatta yok sayılmaya çalışılan bir geçmişin sesi oldu. Osmanlı’ya sırtını dönmeyen, onu geçmişin bir utancı değil, bir şeref vesikası olarak gören bir liderdi. O, tarihiyle kavgalı bir toplum değil; kökleriyle barışık, kendine güvenen bir millet inşa etmenin hayalini kurdu. İşte bu yüzden ezanın aslına dönmesini sağladı, İmam Hatip liselerinin kapılarını açtı, halkın dini eğitim alma hakkını tanıdı.

Dini inançları sadece bireysel alanlara sıkıştıran, devlet ile halk arasına kalın duvarlar ören zihniyete karşı, Menderes sessiz çoğunluğun sesi oldu. Minarelerden Arapça ezan sesi yükseldiğinde, yalnızca bir dil değişmedi; milletin kalbine yıllar sonra ilk defa umut indi. Bu bir sessiz devrimdi. Ama bu devrim, silahın değil sandığın gücüyle yapılmıştı.

Ancak ne zaman ki halk kendi yolunu çizdi, ne zaman ki devlet halkın değerlerine kulak vermeye başladı, işte o zaman vesayet odakları devreye girdi. Yıllarca "irtica" paranoyasıyla halkın inancı baskılandı. Bu toprakların ruhu olan İslam, bir tehdit gibi gösterildi. Adnan Menderes, bu anlayışı kıran bir liderdi. Bu yüzden hedef oldu.

Yassıada mahkemelerinde Menderes’e yöneltilen suçlamalar trajikomikti. Bebek davası, köpek davası, örtülü ödenek iddiaları... Hepsi bir bahaneydi. Asıl dert, Menderes’in milletle kurduğu bağ, geçmişle barışma çabası ve inancı kamusal hayatta görünür kılma iradesiydi.

Onu idam ettiler. Ama unuttukları bir şey vardı: Menderes’in öldüğü yerde milletin vicdanı ayağa kalktı. Her ne kadar o gün, suskun kalabalıklar Menderes’in ardından gözyaşı dökse de, bugün milyonlar onun adını rahmetle anıyor. Çünkü millet unutmuyor. Zulümle gelen adalet olmaz. Tankla gelen düzen, ancak baskıyla yaşar.

Bugün hâlâ tartışıyoruz: Türkiye nasıl bir ülke olacak? Köklerinden koparılmış mı, yoksa tarihine yaslanan mı? Bu sorunun cevabı, Adnan Menderes’in mücadelesinde saklıdır. O, ne hilafetin peşindeydi, ne de teokrasi arayışındaydı. O sadece, bu milletin ezanla büyüdüğünü, Fatiha’yla huzur bulduğunu, Osmanlı’yla övündüğünü biliyordu.

O yüzden biz diyoruz ki: Menderes’in idamı bir son değildi. O bir başlangıçtı. Vicdanlı Türkiye’nin, mazisine sahip çıkan Türkiye’nin, inançla yükselen Türkiye’nin habercisiydi.

Bugün 27 Mayıs. Adnan Menderes’in şahsında inançları yargılayan, tarihi mahkûm eden anlayışa karşı bir kez daha yüksek sesle haykırıyoruz:
Milletin vicdanı susturulamaz. Ezan yasaklanamaz. Tarih inkâr edilemez.

Ve bir kez daha dualarımızda, kalbimizin en derin yerinde haykırıyoruz:
            Ruhun şad olsun Adnan Menderes. Sen bu milletin kalbindeki izsin.

Selam ve Dua İle,

Zübeyt BOZKURT